Clockwork (Saatçi)

3.1K 102 11
                                    

Ağır hava bombardımanında kırılmasını engellemek maksadıyla, dar kağıt parçaları yapıştırılmış, küçükçe bir vitrindi. Vitrinin ortasında kalan küçük yerde, duvar ve kol saatlerini dikkatlice yerleştiren ufak tefek, gözlüklü bir adam görünüyordu. Yeni bir güne başlama telaşı içindeki pek çok Londralı’ya fazla dikkat ettiği söylenemezdi.


Ufak boylu adam saatleri yerleştirmeyi bitirdikten sonra, dükkanın dışına çıktı ve pencereden içeriye doğru baktı. Kol ve duvar saatlerini gerçekten büyük bir özen göstererek sıralamıştı; arkada bir sıra duvar saati ve onların hemen önünde bir sıra boyunca yarım daire halinde dümdüz uzanan kol saatleri… Bütün duvar saatlerinin akrep ve yelkovanları düzgün bir şekilde saat altıyı; bütün ince ve daha kalın kol saatlerinin akrep ve yelkovanları saat üçü gösterecek şekilde ayarlanmıştı.
“Evet” dedi saatçi, hoşuna gittiğini belli edecek bir bakışla, “Çok güzel!”


Yaklaşık bir saat sonra, köşede, otobüsten bir yolcu indi. Sarı bıyıklı, kalın bir palto ve siyah bir şapka giyen, uzunca bir adamdı. Az da olsa topallıyordu ve bir bastonu vardı. Köşedeki polis kendisine “Günaydın” deyince, hafifçe gülümsedi. Topal adamın adı Gebhardt idi ve polisin amirleri bunu öğrenmekten çok mutlu olacaklardı.
Gebhardt, bastonuna yaslanarak yavaşça ilerledi. Polis ile karşılaşmak hiç bir zaman onu neşelendirmezdi. İngiliz’in aptallığına gülümsedi. Saatçi dükkanının vitrininden içeriye doğru baktı.
Bakışlarını, saat altıyı gösteren duvar saatlerinden, saat üçü gösteren kol saatlerine doğru kaydırırken yüzünde hiç bir ifade yoktu. İki haftadır her gün saat dükkanının önünden düzenli bir şekilde geçiyordu ama asla içeri girmemişti. Gebhardt saatini kurdu ve kapıdan içeri girdi.
Tezgahın en sonunda saatçi ile bir satış elemanı konuşmaktaydı. Kapının kapanma sesi ile birlikte o tarafa doğru döndüler. Saatçi Gebhardt’a doğru yürüdü ve yüzüne baktı. Ufak adam “Buyrun!” dedi.
Gebhardt, “Saatim” dedi. “Bir saat ya da daha öncesinde durmuş gibi görünüyor.” Saatini çıkararak tezgahın üstüne koydu.
Gebhardt’ın saati dokuzu gösteriyordu. “Anlıyorum, durmuş” dedi saatçi.
Gebhardt satış elemanına doğru baktı ama adam bir kataloğu incelemekle meşguldü. Saatçi saati aldı.
Gebhardt: “Kayışı da değiştirebilirsiniz. Bu artık iyice yıprandı” dedi.
Tezgaha yaslandı ve beklemeye başladı. Saatçinin saatini götürdüğü arka odaya doğru baktı. Yaşlı adam bir masanın üstüne doğru eğilmiş, saatini incelerken görebiliyordu. Bir sigara yaktı ve beklemeye devam etti.
Ufak adam beş dakikadan daha kısa bir sürede geri döndü. Yeni kayışıyla birlikte onarılan saati geri verdi. Gebhardt saati koluna taktı. Saatçi:


“Dikkatli olmalısın. Bu gerçekten güzel bir saat” dedi.


Gebhardt rahatça: “Evet, biliyorum. Eminim artık tıkır tıkır çalışacak” dedi. Saatçiye ücretini ödedi ve dükkandan ayrıldı.


Odasına gidinceye kadar, kolundaki yeni kayışın farkında olmasına rağmen bir kere bile saatine bakmadı. Sonuçta, onun mesleğinde gereğinden fazla dikkatli olamazdınız.
Londra’ya ilk geldiğinden bu yana kaldığı küçük odasına girer girmez, topallamayı bıraktı. Kapıyı kilitleyerek emin ve çabuk adımlarla pencereye doğru yürüdü ve perdeleri kapattı. Çalışma masasındaki lambayı yaktı ve kol saatini çıkardı.
Süratli çalışarak, saatin kayışını iki taraftan birden çıkardı. Sonra bir bıçakla kayışların dibini kesti. Kestiği yerlerin birinden, küçük ve oldukça ince bir kağıt parçası çıktı. Kodlu bir dille yazılmış olan küçük kağıdı, masanın üstüne yaydı ve mercekle mesajı okumaya başladı.

 
Mesaj kısa ve özlüydü: “Kamyonlar 55 nci Alayı Kral Charles Meydanı’ndan yarın öğleden önce nakledecektir. Hemen harekete geçin.”


Gebhardt, “Öyleyse…” dedi hafiçe. Kağıdı kül tablasında yaktı. Bir süre öylece oturarak düşündü. Daha önceden, bir çok kamyonun Londra’da, Kral Charles Meydanı’ndan sahile asker taşıyacağını biliyordu. Yolları üzerinde bir yerde kamyonlar ve askerler patlayıcılarla havaya uçurulacaklardı.
Yatağın altından çantasını çıkardı ve masanın üstüne açtı. Çantanın pamuk yuvalarından birinden, bir bomba aldı. Geniş ve pürüzsüz, şekil olarak eski tiplerden tamamen farklıydı. Tel ile bir arabanın motorunun altına bağlanıyor ve motorun ısınması ile patlıyordu
Bombalardan on dört tanesini, küçük bir pakette yanına almaya karar verdi. Bu miktar iki saat içinde baş edebileceği en fazla bomba sayısıydı. Gece yarısına doğru bütün askerler ve tamirciler gitmiş, saat ikide de bir polis kontrole gelmişti. İngilizlerin verdiği bu boşluğa şükrediyordu. Gece on iki ile iki arasındaki süre ona kalıyordu.


Zamanın önemini düşünürken birden saati aklına geldi. Saate yeni bir kayış takarak, saati koluna taktı. Sonra, sakince oturdu ve gökyüzünü seyrederken, zihninde yaptığı planın son detaylarını kontrol ediyordu
Elbette! Saat dükkanına girmeden önce saatçiye parola vermek için bir saat dört dakika geriye almıştı Tekrar güldü ve saatin yelkovanını atmış dört dakika ileriye aldı. Bu tür küçük ayrıntıları asla unutmayışı onu iyi bir gizli ajan yapmıştı ve bunu gayet iyi biliyordu.
Gebhardt, zamanı gelince, dikkatli bir şekilde karartılmış sokakların loşluğunda ilerlemeye başladı
Kral Charles Meydanı’nın arkasındaki dar sokakta durdu ve saatine baktı. Saat tam olarak gece on ikiyi gösteriyordu. Gülümsedi. Her şey saat gibi işliyordu. Tam olarak güvende olabilmek için on dakika daha bekledi.
Bir çitin üzerinden atladı. İki binanın arasındaki dar yoldan dikkatlice ilerleyerek, Kral Charles Meydanı’na çıktı. Kamyonların siyah silüetlerini sayarak, bir süre ayakta bekledi. 
En yakın kamyona doğru ilerledi. Paketi yere koydu ve bir parça tel ve bir tel makası çıkardı. Kamyonun altına uzandı ve motorun alt tarafına dokundu. Sırt üstü düzgünce yatarak, karanlıkta, bombayı uygun şekilde tel ile irtibatlamak istediği yeri ayarlamaya çalıştı.
Birisi ayak bileğinin üzerine bastı.


Gebhardt, ayağında büyük bir acı hissetti. Nefes bile almadan, dudaklarını ısırarak bekledi. Hayır; hayır; burada hiç kimse olamaz diye düşündü Bu saatlerde buralarda hiç kimsecikler olmazdı. Bir çok defa kontrol etmişti ama aynı ağırlık bileğinin üzerinde durmaya devam ediyordu.
“Pekala bayım” dedi bir ses; “Çık oradan dışarı”


Tel makası elinden yere yuvarlandı. Ayaklarından tutan eller onu dışarı çekti. Panik halinde, adamı tekmeleyip kurtuldu, ayağa kalktı ve hızla koşmaya başladı.
Bir adam bağırdı. Başka birisi ıslık çaldı. Bir yerlerden bir şey atladı ve onu yere düşürecek şiddette vurdu. Gebhardt bir yüze bir, iki yumruk salladı. Kurtulur kurtulmaz, koşmaya devam etti. Karşısına bir duvar çıktı. Yanlış yolmuş. Bir fener üzerine odaklandı. Geriye döndü ama artık çok geçti.
“İşte, orada. Yakalayın!”


Gebhardt, tabancasını çıkardı Koşarken bağıdıklarını ve çok yakınına geldiklerini farkediyordu.
Arkasında mermi sesleri vardı. Sırtından bir şey ona vurdu “Olamaz” diye geçirdi içinden. Planı mükemmeldi. Keskin bir acı duyuyordu. Zayıf bir ses tonuyla “Hayır” dedi. Askerler geldiğinde çoktan ölmüştü. Bir kolu önde, yerde uzanmış yatıyordu. Kolundaki saat zamanı gösteriyordu
Genç bir asker: “Adamın cesaretini tahmin etsene. Bizim burada olmayacağımızı düşünerek içeri girdi herhalde. Kolundaki saat çok güzel ama düştüğü zaman kırılmış” dedi 
Başka bir asker:
“Bu saat, bir saat kadar ileri Bu nasıl olabilir ki ?” dedi.
Küçük saatçi, ertesi gün gazeteden, Gebhardt ile ilgili haberleri okuduğu zaman çok şaşırdı: 
“Anlayamıyorum” diye düşündü.
“Adam çok dikkatsiz davranmış olmalı. Ben hiç bir hata yapmadım. Evet, evet; hatta, geri vermeden önce saatini tam olarak ayarlamıştım bile.” 

Korkunç değil biliyorum ama  sonu ilginçti :D 

CreepyPastaWhere stories live. Discover now