2 ● Meriç'in İni

1.4K 108 61
                                    


Yine susuyordum. Göz göre göre hem de. Kendimle bir yüzleşmeye girsem on sekiz yaşındaki Kayla bana hiç ders almadın mı diyerek bakardı. Almamıştım belli ki ama aynı zamanda kendime dair çok ders çıkarmıştım. Hep kendimi suçlamamayı öğrenmeye çalışıyordum hala. Ailesinin, ailesine dair sorunların onun için ne kadar önemli olduğunu biliyordum ama yine de susmanın en doğrusu olduğunu aslında en başında biliyordum.

Göz kapaklarına çökmüş yorgunluğunun desteklediği üzüntü bana ORADA DUR demişti. Bunu onun için yapıyordum ve kızmaya hakkı olmadığı konusunda şüphesiz ki kararlıydım. Böyle düşünmeme rağmen Meriç'ten bir şey duyduğumu saklamak da bu eve karşı tutumumu tetiklemiş ve kendimi daha kötü hissetmeme yol açmıştı.

Buraya ait her şey çok yanlış geliyordu. Çatlaklarından acı sızan ruhuma iyi gelmiyordu bu ev. Ama iyileşmek için Meriç'in önerisi burasıydı.

Cehennemin dibine kazmak. En büyük hataları, günahları görüp onu tanıyacağıma inandırmıştı kendini. Cezasını çektiği günahların anlaşılmasıyla bağışlanacağına inanıyordu. Ben de bu deliliğe eşlik ederek azabına ortak oluyordum.

Daha önce lisedeyken ziyaret ettiğim ve bildiğim tek Tuna Evi'nin, o ev olmadığını birkaç günde konuşmalarında uzak durmaya harcadıkları efordan anladım. Yemek yerken konuşmamanın sözsüz anlaşmalarla kabul olunduğu bu evde çay saatleri o kadar da sessiz geçmiyordu ve Nermin Tuna, etrafta Tuna erkekleri yokken daha bir konuşkan oluyordu. O sabaha dair şüphe uyandırmamak için birlikte vakit geçirmeye özen gösteriyordum. Bu ilgimden hoşlanmış olmalı ki beni kısa sürede yeni oyuncağı gibi kabul etmişti.

Bu korku evinde konuşacak birisini, o kişi isteksiz ben dahi olsam, bulmasına sevinmiş gibiydi. Her ne kadar Meriç'ten yine bir şeyler saklıyor oldukları için onlara kızgın olsam da bu zayıf görünümlü kadın bazen o kadar sefil bir yalnızlığın içinde görünüyordu ki konuşacak birini bulmasına sevinmeden edemiyordum. Bu ikiyüzlü bir sevinme durumuydu çünkü aynı zamanda bu evde olmayı hala istemiyordum.

Yine de bu çay saatleri ve konuşma özgürlüğü yakalamış gibi rahatça hayatlarından bahseden kadından bu eve Meriç on yaşındayken taşındıklarını öğrendim. Bu babasını başka bir kadınla görmesinden sonraydı. O konuyu benim yanımda konuşmak istememesi hakkında birkaç teori geliştirmiştim.

Birincisi beni henüz o kadar aileden görmüyordu, ki bunu anlardım onlar da benim için hala Meriç'in ailesiydi, benim ailem fikri ise buz gibi soğuktu.

İkincisi böyle bir ihanetin kendisini konuşmaya layık görmüyordu ve dertleşmek için de üstünden çok uzun zaman geçmiş, sular akmış, buzullar erimiş olduğundan benimle bu konunun üstünden geçmeyi istemiyordu.

Bu konuda bir tecrübem olmadığından ve kesinlikle olmasını istemediğimden nasıl olur bilmiyordum doğrusu ama yıllar boyu aynı hissin bütünüyle korunmasını istemeyeceğimi farz ediyor ve empati dahi yapmaya mecbur hissetmek istemediğimden konunun konuşulmaması kısmına katılarak üstüne soru sormuyordum. Önemli olan o evden taşınmış olmalarıydı.     Hala ne diye saklıyorlarsa satmamışlardı ama yıllardır kiracıları da değişmemişti. Nermin Tuna anlatmaya doyamadığından böyle gereksiz bilgiler vardı artık kafamın içinde.

Mesela...

Meriç bu eve taşındıktan iki yıl sonra yatılıda okumak için Ankara'ya gitmiş dahi olsa burası en çok kaldığı eviydi. Bu yüzden çocukluğuna dair anıların burada çok olduğundan övünüyordu annesi. Ona olan özlemini gidermek için her köşesinde hatırladığı anılar olduğunu iddia etse de ben bunların hatırladıkça sevineceği anılar olmadığını biliyordum. O anlattıkça kibarlığı bir kenara bırakıp Meriç'in bu evden nefret ettiğini haykırmak istediğim anlar oluyordu.

TURUNCUUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum