12 ○ devam

10.5K 630 149
                                    

Playlist

Emma Steinbakken - Not Gonna Cry

Molly Kate Kestner - Prom Queen


 Meriç'ten sonra odaya girdiğimde onu yatağının içinde buldum. Beni salonda tek başıma bırakıp gittiğinde önce lavaboya gittiğini sandım, gelmesi uzun sürünce resim yaptığını düşündüm, gelmeyince de merak edip ona bakmak için ayaklandım. Uyumuyordu, telefonunun kısık ışığı yüzüne çarpıyordu. Kapıda dikildiğimi anlasa bile gözlerini bir an olsun bana çevirmedi. Herkese, her şeye olduğundan daha fazla sert olabiliyordum ona karşı. Bunda annemin payı babamın payından daha fazlaydı. Babam Meriç ile sessiz bir anlaşma yaparak barıştığından beri onun hakkında neredeyse hiç olumsuz yorum yapmamıştı. Aslında daha çok ona saygı duyuyor gibiydi. Karşılaşmaları hiç iyi olmamıştı ama babam biz ergenlerin hatalarını annemden daha kolay unutabiliyordu. Annem, Meriç'in düşmanı değildi. Hiçbir zaman da olmamıştı. Onunki sadece bana tanıyamadığı imkanlara, babamın yüzünden tanıyabileceği ama tanıyamadığı imkanlara - bu olabilirliği var olan bir durumdan mahrum olmanın doğurduğu bir şeydi- başkalarının sahip olmasıyla ilgili bir hırstı. Hiçbir zaman ona bunu söylememiştim. Bu tehlikeli bir hırs da değildi ama annemin içinde bir yerde bir tohumu vardı ve benim bir şeyleri çabalayarak kazanmamla ne kadar gurur duyuyor olsa bile diğerleri kadar kolay elde etmemi de isteyebileceğini biliyordum. Bunu muhtemelen o da biliyordu ama itiraf etmeyi kendine yakıştıramadığı için yokmuş gibi yapıyordu ve ben de hiçbir şey söylemiyordum. Bu sorun değildi ama beni de etkilemesini izin vermediğim sürece.

O elinden geleni yapıyordu, bense bu durumda her şeyi başka bir boyuta taşıyıp daha da zorlaştıyordum. Bazen kendimi bile yoruyor ve bunu fark etmiyordum. Kim bilir henüz fark edemediğim daha neler yapmıştım onu yıpratacak? Büyük bir darbe olmasına gerek yoktu, küçük küçük saldırı bile olmayan saldırı teşebbüsleri birleşip büyük yaralar açabilirdi. Ben kendimin farkında değilken...

Dolabın karşısına geçip oradan kendime bir tişört aldıktan sonra üstümü değiştirdim. Sonra da yatağının diğer tarafa gidip usulca yanına kıvrıldım. Tek bir an kaşını kaldırıp bana bir bakış atmıştı ama hemen sonra telefonuna geri dönmüştü. Başımı kolunun altından sokup göğsüne yasladığımda telefonunun ekranını görebildim, Ömer ile mesajlaşıyordu, neler konuştuklarına bakmadan öylece durdum. Bir süre sonra telefonu bıraktı.

"Bazen çok zor biri olabiliyorum," diye mırıldandım. Meriç bir şey söylemedi ama parmaklarını saçlarımın arasında gezdirmeye başlamıştı. Başımı onu görebileceğim şekilde çevirdikten sonra elimi kaldırıp yüzüne götürdüm. Parmaklarımı sakallarının üzerinde gezdirirken ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. İçimden bir şey söylemek de gelmiyordu. Çok uzun süre ayrı kalmıştık, sonra bir araya gelmiş ve ben istiyorum diye sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki normal bir ilişkimiz varmış da bir süre ayrı şehirlerde yaşamış sonunda buluşmuşuz gibi yaşamaya çalışmıştık. Belki de bu iyi bir fikir değildi, belki de Meriç benim istediğim gibi yapmak yerine kendi fikrini söylemeyi seçseydi bunun işe yaramayacağını ta en başından söylerdi. Hata ya da değil kendimi suçlamayacaktım. Denemiştik ve çok da başarılı olmadığını görmüştük.

"Seni çok özledim ama her şeyin yine mahvolmasından çok korkuyorum."

Meriç başını hafifçe eğip beni rahatça görebileceği bir şekilde konumlandırdıktan sonra "Biliyorum," dedi. O biliyordu, bu yüzden bu kadar anlayışlıydı. Bunun benim burada olmamla bir ilgilisi yoktu. Daha öncesinde Meriç kendini değiştirmişti zaten. Değişim benim için o kadar kolay değildi ama.

TURUNCUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin