UMUDUN RENGİ

17.4K 593 159
                                    


 Yedi gün.

Yaşanan onca şeyin ve yılların üstüne bir kez daha denemeye karar verdikten sonra yalnızca yedi günü birlikte geçirmiştik. Bir buçuk yılda sadece yedi gün, saat olarak hesaplamaya çalıştığında ise sadece kırk beş saat yan yanaydık. Çok hızlı oldu. Baştan alalım.

Yıllarımı babamın beni ve annemi terk etmesi gerçeğiyle geçirdikten sonra bir gün pat diye hayatıma giren biyolojik babam pat diye hayatıma girmekle kalmamış ve beni hayatına ortak etmeye karar vermişti. Onun bu acemi berbat babalık kararları ve asla bir psikologa danışma gereği duymadan beni gerçekten hayatına ortak etmesi, annemin saçma sapan babanla biraz vakit geçir düşüncesi altında yattığına inandığım yorgunluğa alınıp kırılmam ve babamın lüks arabasına binmemle birlikte başlayan savaşımın üstünden... Yıllar geçmişti. Bu yıllar içinde biri kıvırcık, biri benden parlak saçları olan bir sarışın, biri yakamdan düşmeyen arsız bir havalı olmak üzere üç yeni yakın arkadaş, sırlarla dolu gizemli bir erkek arkadaş ve onun yanında hayatıma giren bir basketbolcu arkadaş ile bir futbolcu arkadaşımsı - bir ara farklı yerlere çekilmeye çalışılsa da artık arkadaştık - edinmiştim. Çocukluk arkadaşım Yeni Kıvırcık Arkadaşımla önce arkadaş sonra sevgili, sonra da nişanlı olmuştu. Eski erkek arkadaşım, tanıyamadığım birine dönüşmüş ve hayatımdan çıkmıştı. Saçları Parlak Sarışın, yıllarca uzaktan hayranlık beslediği havalıdan gözlerini ayırdığında aşkın karşılıklı haliyle tanışıp basketbolcuyla bir masala başlamış ve arsız havalı, onu kaybettiğini fark edince biraz sarsılmış hemen sonra kendinden yaşça büyük bir kadına aşık olmuştu. Arada kaçırdığım şeyler olabilir ama arkadaşlarım genel olarak böyle şeyler yaşayarak liseden mezun olurken ben... Hata pastasından hep en büyük dilimleri almıştım.

Öncelikle, beni hayatına ortak eden babamdan intikam alıp evime geri dönmek gibi çocukça bir plan yapmış ve bu planın arkasına sığınarak, yıllarca annemi üzmemek için heyecandan uzak durmuş kişiliğimin önlüğünü çıkarıp yeni bir elbise giyinmiştim. Sonra, en büyük aptallığım... Annemin benden sıkıldığını, artık beni istemediğini içten içe hissederken ve nefret ile öfke arasında aslında beni sevmesini istediğim babamın olası sevgisini kabul etmek sanki beni zayıf düşürecekmiş gibi hissetmekten, sevgiyi başka birinde aramıştım. Sevgisiz kalmıştım ve sevilmeyi istemek değil belki ama sevilmeye muhtaç olmak beni yıpratmıştı.

Kendimi tehlikenin kucağına atarken tarifi mümkün olmayan bir korkunun yanında büyük bir cahillikle bana hiçbir şey olmaz diye düşünüyordum. İnsanın bilmediği bir hayata dair fikirleri oldukça sınırları olabiliyor. Her şeyin filmlerde ya da kitaplarda yaşanmakla kalmadığını, kötü şeylerin hep başka birilerinin başına gelmediğini maalesef ki deneyimleyerek öğrenmiştim. Çok hata yapmıştım. ÇOK! Bunların sonunda ya da sonuna bile gelemeden daha başında çok kötü, acımasızca şeyler yaşamıştım. Sonunda ölümün kıyısına kadar gitmiştim. Ölümden değil ama Araf'tan dönmüştüm.

Geçmişimle gurur duymuyordum. Özel bile olsa bir üniversiteden başarıyla mezun olabildiğim için, bir dergide yazılarım paylaşıldığı için ve birilerinin beni sevmesine muhtaç olmadan kendimi sevebildiğim için ben olmakla gurur duyuyordum. Belki geç öğreniyordum ama bunun için zekama öfkelenip de kendime düşman olmuyordum. Ölümün kıyısında bir süre beklemek beni değiştirmemişti. Kendimle yüzleşmek beni değiştirmişti.

Geçmiş geçti. Şimdi sırada bugün var.

Bugün ben İtalya'ya geldim. Bir buçuk yılda yalnızca yedi günü, teorik olarak yedi gün değil yalnızca kırk beş saati birlikte geçirdikten sonra - öncesinde birbirimizi hiç görmediğimiz, konuşmadığımız, dinlemediğimiz bir yıldan fazlası vardı - şimdi birlikte yaşayacağımız hayatın ilk günündeydik. Birlikte yaşayacağımız hayat sanki biraz iddialı olmuştu ama İtalya'ya, onun yanına taşınmam için bir buçuk yıl boyunca neredeyse her gün, bazı günler sabah akşam ısrar ettikten sonra bir noktada evleri ayırmamızı istemezdi herhalde... Değil mi? Yani ben, hiç böyle bir şey olur diye düşünmemiştim.

Beni havaalanının dışında beklemesi için ben ısrar etmiştim. Ülkemden ayrılıp, en az bir yıl için başka bir ülkeye taşınmanın farkına varmam için ilk dakikalarda yalnız olmayı istemiştim. İşin aslı değişik hiçbir şey hissetmiyordum ve onun dışarıda beklemesi saçmalıktı ama bunu tabii ki kimseye söylemeyecektim. Karnımda ufak bir ateş vardı ama bunun sebebi de farklı bir ülkede yaşayacak olmak değil, o yedicik günün üstünden sonra onu ilk kez görecek olmamdı. İnsanların arasından bavullarımı çekiştirerek yürürken bir şeyler için bağıranların ne söylediklerine bir cevap aramıyordum. Onlara ihtiyacım yoktu. Kapıdan dışarı çıktığımda kimi bulacağımı biliyordum.

Bundan sonra her sabah uyandığımda yüzünü göreceğim kişi, dışarıda beni bekliyordu. 






Merhaba baş belaları, merhaba baş belası karakterlerim!

Sizden değil ama onlardan kaçmak için son kitabın yazımını bitirdikten sonra bir süre gerçekten onlardan uzak durdum çünkü yazmaya devam etmekten korkuyordum. Çok uzun zamandır tanıdığım bu gençleri genç bırakmak dileğimdi. 

Turuncu'da, yetişkin olma yolundaki Kayla ve Meriç var. 

Yedinci yıla özel bir hikaye. ( YEDİNCİ YIL, gerçeğini fark ettiğimde kafama bir şey düştü, turuncu bir kalp galiba, sonra dedim ki, neden olmasın? Yedi yılın büyüklüğünü şöyle hesaplayalım, 10 yıl olmasına üç küçücük yıl kalmış! )  

( Edit: 10 Yıl oldu 😭 )

Ve itiraf etmeliyim, o kadar yıldan sonra yeniden Kayla ile onlar için yazmak hiç zor olmadı. Kucakladı beni sanki! Umarım onları bekleyen herkesi kucağına sığdırabilir. ♡

TURUNCUWhere stories live. Discover now