5 ○ yemek

9.4K 505 72
                                    


 Ev sahipliği yapmak sandığımdan daha az kasvetli bir şeydi. İlk kez bu kadar çok misafir ağırlıyordum. Annemle yaşarken bile kalabalık misafirlerimiz olmazdı. Annem sürekli çalıştığı için misafirimiz bile pek olmazdı. Neşe misafir sayılmazdı, annemin birkaç arkadaşıyla da çoğu zaman dışarıda buluşurduk. Eskişehir'i özlüyordum ama bu özlemin başa çıkamayacağım kadar fazla olmadığını öğrenmiştim. Çocukluğum orada geçse de ben bir zamanlar cehennemim olan Melehan'ı da çok seviyordum ve şimdi orayı Eskişehir'den daha çok özlemem tuhaf geliyordu. Hiçbir arkadaşım kalmadığı halde... Semih de Erasmus ile İspanya'ya gittiğinden beri resmi olarak şehirde hiçbir arkadaşım kalmamıştı. Dalgınlıkla sürahiye kendi yaptığım limonatan doldururken Meriç'in içeri girmesiyle Eskişehir'den de Melehan'dan da Semih'ten de uzaklaşarak bu ana, Roma'ya, misafir ağırlamamıza döndüm.

"Yardıma ihtiyacın var mı?"

Fazla mı oyalanmıştım? Meriç yemekte de sofra hazırlamada da oldukça yardımcı olmuştu. Artık ev işleri konusunda eskisi kadar tembel değildi ya da misafirlerine çok önem veriyordu.

"Hayır," deyip gülümsedim ve sürahiyi alıp onunla birlikte içeri döndüm. Hepsi cana yakın insalardı. Greta ve Riccardo'nun her daim coşkuyla bir şeyler anlatmalarına kısa sürede alışmıştım. Charles da en az onlar kadar çok konuşuyordu ama sesi daha kısıktı, çoğu zaman bir jön gibi poz vererek hareket ettiği kanısına varıyordum. Çok yakışıklı sayılmazdı ama kemikli yüzü ona yakışıklılığından bağımsız bir karizma katıyordu. İnce yüzünü neredeyse bir karikatür gibi gösterebilecek sivrilikteki çenesi bile bu karizmatik duruşa engel olamıyordu. Bize ülkesinden getirdiği peynirlerden hediye olarak getirmişti. Bir şişe de şarap ama Meriç onlara bu gece içki içilmeyeceğine dair bir hatırlatmada bulunmuş, buna en çok Karima sevinmişti. Alkol ile aram hiçbir zaman iyi olmamıştı. Bir iki seferki kötü sonuçtan sonra da tamamen uzaklaşmış ve bir daha ağzıma sürmemiştim. Karima'nın boğazından bir yudum bile inmediğini Nahuel'in sırf onunla uğraşmak için tadını bilmediği bir şeyden nasıl bu kadar nefret ettiğiyle ilgili sorulardan öğrenmiştim.

Nahuel diğerlerine oranla en sıcakkanlı olandı. Konuşmalara en komik yorumları yapan ve bol bol gülen oydu. Greta, Riccardo ve Charles konuşmayı hararetli bir noktaya taşındığında onları takip etmek benim için zorlaşıyor, bu anlarda en az benim kadar ilgisini kaybetmiş Nahuel ile göz göze geliyordum.

Yemekleri beğenmişlerdi. Mutfakta usta olmasak da onlara sebze çorbası, şehriyeli salata, islim kebabı, pilav ve çibörek hazırlayabilmiştik. Çorba ve salatayı benim yönlendirmemle Meriç yapmıştı. Normalde tükettikleri yemeklerden ne kadar uzak şeyler hazırladığımızı tahmin edebiliyordum ama Meriç endişe etmemem konusunda beni ikna etmişti. Yüzlerindeki memnuniyeti gördüğümde de yemek seçimlerimizle gurur duydum.

Meriç bardağına biraz daha limonata eklerken Karima tabağına bir tane daha çibörek aldı. Favorisinin o olduğunu anlamıştım.

"Bir gün Eskişehir'e gelmelisin," dedim diğerleri şarabı hangi ülkenin daha iyi ürettiğini tartışırken. "Benim doğduğum yer, en lezzetlisi orada yapılır."

"Kesinlikle gideceğim. Bodrum'a yakın mı?"

"Çok uzak sayılmaz. İstersen sana şoförlük yapabilirim."

Meriç araya girdiğinde Karima iki elini de teslim olur gibi havaya kaldırarak sallamaya başladı. Yüzünde bir gülümseme olsa da bu tekliften çok hoşlanmadığını her halinden belli oluyordu. Ben neden böyle düşündüğünü merak ederken Nahuel en iyi şarap tartışmasından sıkılmış halde Karima'ya yaklaştı. Yüzünde görmeye alıştığım gamzeleri kaybolmadan kızın kulağına doğru iyice yaklaşıp bir şey söyledi. Ne dediğini anlamamıştım ama İspanyolca konuştuğunu tahmin ettim. Karima kahkaha atmaya başladığında Nahuel İspanyolca bir şeyler söylemeye devam etti, flört eder gibi gözüküyordu.

TURUNCUWhere stories live. Discover now