Bölüm41-Sone

3.7K 277 37
                                    

5 Eylül.

Uğursuz bir gün daha. Artık her gün benim için uğursuz bir gündü. O günden sonra yağmur yağmaya devam etti. Hala da yağıyor.

Sigmamı bugün de görmedim. Sanırım ölene kadar da göremeyeceğim.

Brandon şuan da yanımda uyuyor. Sabaha kadar uyuyamadığım için o da uyumamıştı. Bana bildiği masalları ve hikayeleri anlatmıştı. O günden beri her gece aynı masalları dinliyordum. Sanırım işe de yaradı. En son onu dinlediğimi hatırlıyorum. Gözlerimi tekrar açtığım da iyi bir uyku çektiğimi anlamıştım. Uyku düzenim bozulmuştu. Gündüzler gece, geceler gündüz gibiydi.

Gece yarısı oldu. Sanırım bu gece de uyuyamayacağım. Uykusuzluk baş ağrısı yapıyordu ama buna alışmıştım. Lucina, başımın ağrısını gidermek için bitkisel yollara başvuruyordu. Hazırladığı bitki çayları direncimi arttırıyordu.

Alice bir kaç gündür kilise de Tristan, Yannis ve Alex ile Rahip Philo'nun yanında kalıyor. Tim ve Cami ile araştırmalar yapıyordum. Bu kendimi iyi hissettiriyordu. Brandon, Ethan ve babam da bize yardım ediyordu. Özellikle eski İngilizce metinleri çevirmeleri işimize yarıyordu. Büyükannem arada bildiği eski hikayeleri anlatıyordu. Onlar bile işimizi kolaylaştırdı.

Bugün bir sürü soyağacı çıkardık. Brandon bu işte ne kadar mükemmel olduğunu gösterdi. Soyağaçlarını oluştururken çok mantıklı konuşuyordu.

Ah, Brandon yine bir şeyler mırıldanıyor. Birkaç gecedir böyleydi. Anlayamadığım şeyler söyleyip, yanında yatıp yatmadığımı eliyle kontrol ediyordu. Uyurken bile beni korumaya çalışıyor. Şuanda tam ağız gülüyorum.

Sanırım uyanacak. Yazmamı bitirmem gerek.

Bu arada bu sabah konağa gideceğim. Bana şans dile.

Umarım tekrar görüşebiliriz.

Defterimin siyah kapağını kapattığımda Brandon gözlerini aralamıştı. Yüzüstü yatıyordu ve başı bana dönüktü. Ayılamamıştı. Hala baygın bakışları ile bana bakıyordu. Üzerinden uzanıp defteri komodinin çekmecesine, Ophira'nın günlüğünün yanına koydum. Sol tarafıma dönerek başımı yastığa koydum. Gülümseyerek Brandon'a baktım. Gözleri açıktı ama her an kapanacakmış gibiydi.

"Yine mi yazıyordun?" sesindeki mayışıklık beni güldürmüştü. Bana günlük tutmamı önermişti. Biraz da olsa yaşadıklarımı, hislerimi bir deftere yazmamın beni rahatlatacağını ve sağlıklı düşünmemi sağlayacağını söylüyordu. Kilise de bana bağırdığı günden beri sürekli mantıksız olduğumu bana ima ediyordu. Normal de küsüp ona darılmam gerekiyor ama bu bana daha çok komik geliyordu. Ne zaman bir ima da bulunsa gülüyordum. Tabi o da sinirle gülerek karşılık veriyordu.

"Evet,"

"İşe yarıyor mu?" Gerçekten yorgundu. Gözleri uykuya hasretle kapandı. Avucumu yanağına yasladığım da gülümsedi.

"Brandon," fısıltımı duyduğunda gözlerini açtı. "Ben acıktım."

Gülümsemesi artarken olduğu yerden kalktı. Başını iki yana salladı. Gözlerini ovuşturduktan sonra gerindi. Kemiklerinin çıtlamasını bile duymuştum. Telefonunun saatine baktığında kaşlarını havaya kaldırdı.

"Neden kalkmıyorsun, acıkmadın mı?" Yorgunluğu sesine de yansımıştı. "Yoksa davetiye mi bekliyorsun?"

Gülmem artmıştı. Yatakta doğrulup ona baktım. Benim yüzümden böyle yorgundu. Onunla uğraşmayı seviyordum. O da benimle uğraşıyordu çünkü.

The Vision (Görüş)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora