Bölüm20-Kahin Hançeri

5.7K 352 32
                                    

“Kalimera mitera. (Yunanca ‘Merhaba Anne.’)“ Parmaklarım titrerken telefonu elimde zor tutuyordum. Sesimin güçlü çıkmasına özen göstermeye çalışıyordum. Uzun zamandır annemle konuşmamıştım ve onu çok özlemiştim. Onun sesini duymaya ihtiyacım vardı.

“Kalimera bebeğim. Seni çok özlüyorum.” Annemin de en az benim gibi güçlü konuşmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Her ne kadar telefonun öteki ucunda olsa da onu buradan bile hissedebiliyordum çünkü O, benim annemdi.

“Hissediyorum mitera, ben de seni çok özlüyorum.” Annemin sadece hızlı nefes alış verişlerini duyunca ağladığını anlamıştım. Bana belli etmemeye çalışıyordu. Telefonun hışırtılarından faydalanıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırırken gözümden bir damla yaş düşmüştü.  

“Neler yapıyorsunuz?” ağlamamı bastırmaya çalıştığım için boğazıma oturan yumru sesimin titremesine neden olmuştu. Başımı yukarıya kaldırıp tekrar dudaklarımı birbirine bastırdım.

“Buradakilerle iyi anlaşıyoruz, güzel bir yer.”

“Bol bol eğlenin olur mu?”

“Sizden uzak olunca eğlenmek pekte kolay olmuyor.” Dedi iç çekerek. Hayır, anne. Ağlamamalısın.

“Mitera, ağlamamalısın. Her ne kadar telefonun öteki ucunda olsan da varlığını yanımda hissedebiliyorum. Sen kendini kötü hissedince üzülüyorum, gülünce gülüyorum. Elinden geldiğince eğlen olur mu? Benim için ağlama. Biz iyiyiz.”

“Dayanamıyorum…”

“Dayanmalısın. Her şeye rağmen dayanmayı bana öğreten sensin mitera. Lütfen.”

“Pekâlâ, deneyeceğim. Yannis nasıl?” kendini biraz topladığını hissedince hafifledim. Boşta olan elimle yüzümü silip gülümsedim.

“Emin ol keyfi yerinde. Onu ve bizi merak etme.”

“Hiç aklımdan çıkmıyorsunuz ki… Stemnitsa’da neler yapıyorsunuz?”

“Ah! Arada köyü dolanıyoruz. Burası çok güzel ve biz iyiyiz.” Cümlelerim bir solukta ağzımdan çıkmıştı. Muhtemelen babam ona biraz değiştirerek bir şeylerden bahsediyordu ama ben yine de ona hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Ona bir buçuk haftadır evden dışarı çıkmadığımı da söyleyemezdim. Annemi tanıyordum ve aşırı endişeliydi.

“Edis! Gece uyurken ince şeyler giymeyin ve yorganlarınıza sıkıca sarılın. Yaz mevsimi olsa da dağlık bir yerdesiniz. Geceleri orası soğuk oluyor.”

“Pekâlâ, mitera.”

“Seni seviyorum bebeğim.” Sesi yine titremişti. Annemin üzülmesini istemiyordum. Sesinin titremesini istemiyordum. Ağlamasını istemiyordum.

“Seni seviyorum mitera!” Kapat tuşuna bastıktan sonra telefonumu yatağımın üzerine fırlattım. Pencereye yönelip dışarıya baktığımda kapının açıldığını duydum. Omzumun üzerinden baktığımda Alice başını içeriye doğru uzatıp, iki kez kapıya tıklatmıştı. Kaşlarımı kaldırarak önüme döndüm.

“Girebilir miyim?” masumca çıkan tatlı sesine karşılık gülümsedim ve başımla içeriye gelmesini işaret ettim. Yatağımın üzerine çıkıp, karşılıklı bağdaş kurup oturduk. Sağ elimi tutup kendine çekti ve işaret parmağı ile avucumun içini okşamaya başladı. Nefesimi dışarıya vererek gülümsedim.

“Biliyor musun? Annem ve babam öldüğünde Alex benden daha beter bir durumdaydı. Toparlanamayacağını düşünüyordum. İkimiz de hayattan ağır bir darbe almıştık. Her şeye rağmen acılarıma katlanabilmek için sustum. Ne kadar az konuşursam acım o kadar daha az sızlıyordu. Alex ise ani bir şekilde kendini toparladı ve mutlu olmaya çalıştı. Mutlu olmaya çalışarak acısını azalttı. O benim için, ben de onun için bir umuttum. Acılarımız hala taze. Üzerinden yıllar geçse de hala ilk günkü gibi taze kalacak, acımız asla hafiflemeyecek ve yine sadece biz birbirimize destek çıkacağız. Annem ve babam bizi erken bırakıp bu dünyadan gittiler. İsyan etmiyorum. Bunu kabullenebilmek acımı sessiz kaldığım kadar azaltıyordu. Kaderimiz de olan buydu. Belki de o kazada ölmeseydiler başlarına başka bir şey gelecekti ve yine öleceklerdi. Ölümden kaçamayız.”

The Vision (Görüş)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang