Bölüm29-Gizli Oda

4.5K 318 55
                                    

“Niyetin dünyayı kurtarmak ise işe kendi dünyandan başla…”

Gözlerimi açtığımda zihnimde yankılanan tek cümle... Böyle demişti yazar, sanki yaşayacaklarımı önceden görmüş gibi. Sanki önceden başıma gelecekleri hissetmişte bana nasihat vermek istermişçesine söylemişti bu kısa ama bana göre anlamı büyük cümleyi.

Yine düşünüyordum. Uyumadan önce de düşünüyordum. Uyandıktan sonra da düşünüyordum. Yemek yemeye çalışırken düşünüyordum. Bir çözüme gidebileceğime inanıyordum. İnanmak istiyordum. Umudumu yitirmek istemiyordum. İçimde kalan son umut parçaları içimde bir yerlere tutunmaya çalışıyordu.

Başıma gelen bu doğaüstü olayın henüz dünyayı ne kadar ilgilendirdiğini bilmiyordum. Dünyayı ilgilendiriyor mu, onu da bilmiyordum. Tek bildiğim benim dünyamı allak bullak ettiğiydi. Kendi dünyamı kurtarmakla başlamalıydım. Kendi açığımı kapatsam çevremdekiler de zarar görmeyecekti. Kimsenin zarar görmesini istemiyordum. Sadece istemekle olmuyordu. Onları koruyacak bir şeyler de yapmalıydım. Elimiz de bir sürü bilgi olmasına rağmen aslında hala başladığımız noktadaydık.

Yoruluyordum. Yoruluyorduk. Herkes beni bu çıkmazın içinden çıkarmak için uğraşıyordu. Peki, ben onlar için ne yapıyordum?

Ben kimse için hiç bir şey yapmıyordum. Ben kendim için bile bir şey yapmıyordum. Ben kendim ve herkes için bir şeyler yaptığımı sanıyordum. Kendi içimde çelişiyordum. Her gün bir önceki günden daha fazla bilgi bulsak uzun bir yol kat ettiğimizi düşünüyordum. Aslında yanılıyordum. Olduğumuz yerdeydik. Planlanmış bir oyunun içinde kalmış ve kurtulacağını sanan zavallı bir kurbandım belki de…

Başımı çevirerek Brandon’a baktım. Uyuyordu. Her insan gibi o da uyurken masum görünüyordu. Onu izledim. Rahat ve huzurluydu. Bu benim de rahat ve huzurlu hissetmemi sağlıyordu. Brandon’ı uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalktım. Brandon’ın üzerini örttükten sonra sessiz adımlarla kapıya doğru ilerledim.

Saat henüz beş ya da altı olmalıydı. Uyku düzenim yok olmuştu. Uyumaya korkar olmuştum. Ne zaman uyusam rüyamda, konakta gördüğüm kısa vizyonları görüyordum. Aynı yer, aynı sesler ancak yine yüzleri belirsiz aynı siluetler…

Sessizce Ethan’ın kaldığı odaya doğru ilerledim. Koridorda ilerledikten sonra kapının önüne gelip durdum. Derin bir nefes alarak rahatlamaya çalıştım. Ethan’ı o halde görmek beni incitiyordu. O güçlüydü. Yaralı ve sürekli uyumak zorunda olmamalıydı. Güçsüz görünmemeliydi.

Odanın kapısını açıp başımı içeriye doğru uzattığımda babam ve Yannis’in beraber uyuduğu yatakta Lucina’yı görünce şaşırdım. Dikkatle ve şaşkınca onu süzdüm. Yorgun görünüyordu. Teni soluktu. Hem Ethan ile hem de büyükannem ve Alekos ile ilgilenmek onu yoruyordu.

Bedenimi de odanın içine sürükledim. Ethan’ın yatağının kenarına gelip oturdum. Yorgan boğazına kadar çekilmişti. Bronz teni soluktu. Eminim gözlerini açsa Lapis lazuli rengi gözleri de sönük görünecekti. Düzenli bir şekilde inip kalkan göğsüne baktım. Her geçen gün daha da iyileşiyordu. Yorganı üzerinden biraz çekerek damga izinin olduğu yere baktım. Köprücük kemiklerinin tam ortasında bir bıçak izi vardı. Bıçak izini görünce içimde bir yerlerde sızlama hissettim. Her ne kadar bu bıçak darbesinin onun için iyi bir şey olduğunu düşünsem de öteki yandan nefret duygum kabarmıştı. Ona bunu yapana bunu ödetecektim. Bizi zor duruma sokan adama gününü gösterecektim. Dikkatlice yorganı Ethan’ın üstüne geri örterken onu izledim.

“Biliyor musun? Sanırım sana alıştım.” Dedim kuru bir fısıltıyla. Göz ucuyla Lucina’ya baktım. Onu uyandırmak istemiyordum ama zaten onunda beni duyduğunu düşünmüyordum. Yorgundu ve derin bir uykudaydı.

The Vision (Görüş)Where stories live. Discover now