Bölüm30-Anı

3.8K 321 35
                                    

Akuamarin taşının yaydığı ışık kadar etrafımız aydınlıktı. Taş hala fırlattığım yerde duruyordu. Her ne kadar taş cezp edici gözükse de ona dokunmak istemiyordum. Geçen sefer ki gibi değildi. Bu sefer taşın içindeki her neyse beni daha fazla ürkütmüştü. Bu sefer taşın içindeki sesini daha iyi duyurmuştu, bana kendini daha da hissettirmişti.

Taşın yüzüme yansıyan rahatsız edici ışığını umursamamaya çalıştım.

Bilmediğimiz bir süre kadardır Brandon ile sarılı oturuyorduk. Yüzümü daha çok Brandon’ın boyun girintisine gizledim. Sonunda can sıkıcı sessizliği bozarak boğuk çıkan sesimle konuştum.

“Babamlar bizi bulamazlarsa buradan nasıl çıkacağız?”

“Bu odanın tek olmadığını düşünüyorum. Belki de Ophira bu konağı yaptırırken konağın temelinin üstüne gizli birkaç daha oda yaptırmıştır.”

“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

“Tahmin ediyorum.” Diyerek hareketlendi. Cebinden telefonunu çıkardı. Ekran ışığının yanmasıyla Brandon’ın yüzü aydınlandı. Kaşlarını hafif çatıp ekrana baktı.

“Şimdiye kadar gelmeleri gerekiyordu.” Dedi sitemle.

“Mesajı yolladığına emin misin?”

“Evet.” Diyerek tekrar telefonun ekranına dokunmaya başladı. Bir mesaj daha yazarak babama yolladı. Telefonunu kapatıp tekrar cebine attı. Elleri ile saçlarını karıştırdıktan sonra tuttuğu nefesini verdi.

“Sence buraya düşmemiz için bizi iten karanlık şey neydi?”

Bu aklımdan tamamen çıkmıştı. Üzerimize gelen karanlık şeyin ne olduğunu ya da kim olduğunu görememiştim. Tek bildiğim kötü biri olmasaydı. Yaydığı güçlü negatif enerjiyi hissetmiştim. Çok hızlıydı. Cismi olmayan bir gölge gibiydi.

“Ne değildi kimdi?”

“Kötü biri olduğu belliydi. Yaydığı negatif enerjiyi iliklerime kadar hissettim.”

“Lanetli Adam ile bir bağlantısı olduğunu düşünmeye başladım.”

“Haklısın, bu muhtemel.”

“Harika, Lanetli Adam’dan sonra şimdide başımıza bu karanlık hızlı şey çıktı.”

“Şimdi onu düşünmemeye çalış. Babanlar gelene kadar buradan çıkış yolu bulmalıyız.”

“Apollon, sen bize yardım et!” sitemle ayağa kalktım. Telefonumu cebimden çıkarıp tekrar ışığını yaktım.

“Duvarları yoklayalım.” Brandon’ı onaylayarak elini tuttum. Ondan ayrı durmak istemiyordum. Tedirginliğimi hissetmiş olacak ki elimi sıktı. Diğer eli ile duvarı yoklarken ben de telefonumun ışığını duvara doğru tutuyordum.

Yatağın yanındaki komodinin hemen yanından başlayıp sağa doğru gidiyorduk. Duvarda herhangi bir boşluk, hareket eden bir tuğla ya da kapı kolu görevi gören bir çıkıntı arıyorduk.

Duvarın köşesine gelince hemen yan duvara geçtik.  Brandon büyük bir ciddiyetle ve dikkatle işini yapıyordu. Duvarda uzanabildiği yere kadar elini uzatıyor, duvarı yokluyordu. Telefonumun ışığını Brandon’a tuttuğum da parlayan saçlarını inceledim. Yan durmasına rağmen gözlerinin rengini fark edebiliyordum.

Brandon’ı izlemeye devam ettim. Zihnime karanlık bir pusu düşerken gözlerimin önünde belirsiz bir anı belirip kayboldu. Deja vu hissiyle zihnimdeki karanlık pusu dağıldı. Gözlerimin önündeki şeffaf perde kalktı. Görüşüm açılınca Brandon’ı kaşlarını kaldırmış bana bakarken buldum.

The Vision (Görüş)Where stories live. Discover now