Bölüm45-FİNAL~P2~

3.6K 290 48
                                    

"Is breá liom Soothsayer álainn."

"Is breá liom Soothsayer álainn."

"Is breá liom Soothsayer álainn."

Brandon'ın sesi bulunduğum zindanın her köşesine işlemişti. Sesi kulağım da çınladığında tenim titriyordu. Varlığı kadar yokluğu da etkiliyordu beni.

Tam dört gün önce Cheriour onu yanımdan götürmüştü. Ağlamama, karşı çıkmama, bağırıp çağırmama rağmen Cheriour benimle ilgilenmemişti. Beni duymamazlıktan gelmişti. Zoruma gidense benim hala Brandon için dil dökmeme rağmen kendisinin sesini çıkarmadan Cheriour'a ayak uydurmasıydı. Brandon neden Cheriour'a karşı tepki göstermiyordu? Ya da ona karşı gösterdiği tek tepki sessizliği miydi?

Dört gündür bu zindanda sadece Brandon'ın sesi ile duruyordum. Cheriour, o gün sadece bileklerimi zincirlerden kurtarmıştı. Daha da yanıma uğramamıştı. Yanıma bıraktığı sadece suydu. Dört gündür sadece su ve Brandon'ın sesi ile yaşıyordum.

Derdim bu değildi. Açlığımı önemsemiyordum. Brandon ile aram gitgide daha kötüye giderken ben hala ona tutunmaya çalışmıştım. Ondan nefret etsem de onu kaybetmek istememiştim. Böyle olacağını düşünmemiştim.

İlk defa ölmeden önce ona nasıl veda edebilirim diye düşündüm.

Ona bir veda bile edememiştim. Öpememiştim. En önemlisi ona sarılamamıştım. En çok ona sarılmamı seviyordu. Bu onu rahatlattığı kadar beni de rahatlatıyordu. Onun son kez rahatlamasına yardımcı olamamıştım.

Kendimi suçlu hissetmiyordum. Brandon suçluydu. Cheriour suçluydu. Ramon, Ophira, Asta, Micheal... Hepsi suçluydu ancak ben değildim.

Yüzüme düşen saçlarımı geriye ittim. Artık bunları düşünmeme gerek kalmamıştı. Hiçbir şeyi düşünmeye gerek kalmamıştı. Her şey bitmişti.

Ben de bitmiştim.

Bu gün 31 Ekim. Ölüm günüm.

Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Bu günü zindanımın içine giren her ruh kutluyordu. Başımı eğerek kutlamalarını kabul ediyordum. Sanırım ruhlarla anlaşabilme gibi bir özelliğim vardı. En iğrencinden en güzeline kadar her tarz ruh şu son dört günde beni ziyaret etti. Cheriour'un yokluğundan olsa gerek rahatlıkla girip çıkıyorlardı zindanın içine.

Heyecanlarını hissedebiliyordum. Samhain başlamıştı. 29, 30, 31...

Alekos'un öldüğünü hissedebiliyorum. İlk kurbanın o olduğundan emindim. Vizyonumda gördüğüm de oydu. Pişman mıydım? Ona verdiğim sözlerin hiçbirini tutamamıştım. Bu beni yalancı yapar mıydı? Oysa ki o hep öleceğimizi söylüyordu. Haklı olduğunu bile bile kendimi kendi yalanlarımla kandırmıştım çünkü ben büyük bir aptaldım.

İçimde bir yerlerde beni rahatsız eden büyük bir acı var. Dünden beri içimi kemirip bitirdi. Bir kanser hücresi gibi anında çoğaldı ve kemiklerime kadar işledi. Dün gece hissettiğim bu acı hafiflemiş olsa bile hala etkisini göstermeye devam ediyordu. Acıya karşı bağışıklık kazandığımdan olsa gerek sessizce ağlayıp öylece bomboş duvarı izlemiştim. Gerçeği biliyordum. İnanmak istemiyordum ancak biliyordum. Düşünmek istemiyordum ama aklımın her köşesindeydi. Üzülmek istemiyordum çünkü bu gece ben de onun yanına gidecektim.

Papatyaları bu yüzden sevdiğimi biliyordu. Ölümüm çoğu insanı ruhların, hayaletlerin istilasından kurtaracaktı ancak kimse adımı bilmeyecekti. Bir papatya gibi kokumu öldükten sonra yayacaktım. Yıllar geçecekti sadece ailem ve arkadaşlarım adımı hatırlayacaktı. Unutulacaktım.

The Vision (Görüş)Where stories live. Discover now