Bölüm15-Konak

8.1K 411 68
                                    

Bir hafta, bir gün, bir saat, bir dakika, bir saniye... Kimin hayatı ufacık bir zaman diliminde bu kadar çok değişebilirdi ki? Belki çoğu insanın ama kimin başına gerçek olduğuna inanmadığı şey gelir? Daha bir buçuk hafta önce annemin tatlı sesiyle uyanıp, güne başlıyordum. Gereğinden fazla sıkıcı bir biçimde normaldim. Hayatım sade ve basitti. Hayatında macera isteyen yaşıtlarımdan değildim. Hayatım ne kadar sıkıcı olsa da ben memnundum. Diğer insanlardan farklıydım ama bu hayatıma hareketlilik getirmiyordu. Sessiz ve sakin süren hayatımda sadece anın tadını yaşayan, hiçbir şeyi umursamayan, istediği şeyleri yapan, gelecek için endişelenmeyen, yeri geldiğinde çocuk yeri geldiğinde olgun olan bir gençtim. Her şeye rağmen ailemle, arkadaşlarımlaydım ve gülebiliyordum. Neden çıkmaza girdim?

Yatağımın içinde düşüncelerimle kıvranıyordum. 26 km yol gelmiştik, yol yorgunu olmam gerekmez miydi? Birazcık uyku vücudumu istila etse ne olurdu? İhtiyacım olduğu zamanlarda uykumun olmamasından nefret ediyordum. Uyku her şeyi unutmam için kesin bir çözüm değildi belki ama kısa sürede olsa benliğimi unutup rüya âlemine aksam hiçte fena olmazdı. Pozisyonumu değiştirip sırtüstü yatağa yayıldım. Sokak lambasının odaya yansıttığı ışık kadar aydınlıktı etraf. Gözlerimi tavana diktim. Karanlığa alıştığım için etrafı az çok seçebiliyordum.

Şu bir buçuk hafta olanları idrak etmekte zorlanıyordum. Hâlbuki Stemnitsa'ya gelmeden böyle değildim. Şok geçirmiyordum aksine olanları kabullenmiştim bile. Şimdi ise yaşadıklarım bana tamamen yabancı geliyordu. Birazdan perde kapanacak ve oyun bitince bizi alkışlayan izleyicilerin seslerini duyacakmışım gibi geliyordu ya da göz kapaklarım yavaş yavaş açılacak ve kâbus gördüğüm bir rüyadan uyanacakmışım gibi hissediyordum. Çok saçmaydı. Vizyon görmek diye bir şey yoktu, olmamalıydı? Bizler doğar, yaşar ve ölürdük. Kâhinlikte neyin nesiydi?

Kader neden beni seçmişti? Şu yaşadığım kaç kişinin başına gelirdi ki?

Hayat beni aşağılıyordu.

Ayaklarımı yatağın kenarından sarkıtarak oturdum. Karanlıkta Lena'nın çarşafın altına gizlenen karaltısını seçmekte zorlanmıyordum. Nefes alış verişinden dolayı göğsü yukarı aşağıya hareket ediyordu. Derin bir uykudaydı. Kim bilir şuan rüyasında neler görüyordu. Çok sakin ve huzurlu görünüyordu. Bacaklarımı hafifçe sallandırdıktan sonra doğruldum. Telefonumun kilidini açarak saate baktım. Gece üçtü. Ne kadarda harika. Benim şimdi uyumam gerekirken ben ayakta dikiliyordum. Gözümde bir damla uyku yoktu. Hayıflanarak üzerime siyah, yazlık kapüşonlu hırkamı geçirdim. Kapının soğuk kulpunu kavradım ve yavaşça aşağı indirdim. Herkesin derin bir uykuda olduğuna emindim ama yine de ses yapmamaya çalışıyordum.

Kapının önüne çıkıp, verandada oturdum. Stemnitsa'da gökyüzünü izlemek şehirde izlemekten ayrı bir tat bırakıyordu insanda. Şehir ışıkları yüzünden yıldızlar az gözükürken burada yıldızlar gecenin karanlığının her bir yanına dağılmışlardı. Nereye bakarsanız bakın bir yıldız orada durmuş size parlıyordu. Ay, yıldızların arasından sırıtıyordu. Dirseklerimi dizlerime yasladım ve ellerimi çenemin altına yerleştirdim. Bir dağ köyünde olmamıza rağmen hava bu gece çok güzeldi. Çok serin değildi ama çokta sıcak değildi. Hafif bir rüzgâr kendini belli ediyordu. Köy sakindi. Birkaç ev dışında diğer hiçbir evin ışığı yanmıyordu.

Köye geldiğimizden beri güçlü titreşimler algılıyordum. Sanırım bu büyükannemin bahsettiği koruyucu tabakaydı. Ya da adı her neyse bilmiyorum. Peki, bizi korumaya yetecek miydi? Bundan sonra neler olacaktı, neler yaşayacaktık hiçbir fikrim yoktu. Nelerle karşı karşıya kalacaktık? İçimizden birine benim yüzümden bir şey olduğu düşüncesi bile beni dehşete düşürmeye yetiyordu.

The Vision (Görüş)Where stories live. Discover now