-Bölüm 11-

39.8K 2K 69
                                    

-Çamurun içindeki inci-

Ayten hoca ile yine prova yapıyorduk. Okul çıkışı bile okulda kalmak işkence gibi olsa da piyano çalmak iyi geliyordu. Sırf piyano çalmak için başka bir fırsat bulamayacağımdan sevinçle kalıyordum. Üstelik hocanın bana hiç bir zararı yoktu sessizce notunu alırken beni dinliyordu. Müziğe o kadar âşıktı ki ne zaman çalmaya başlasam ses bile çıkarmadan dinliyordu hata yapsam bile müdahale etmiyordu. Tek kötü yanı müzik biter bitmez konuşmaya başlamasıydı. Ben çalarken not aldığı hataları ben bitirdiğimde sıralamaya başlıyordu.

Bir kez daha şarkıyı bitirdiğimde "Ah tatlım! Yine aynı yeri şaşırdın. Belli ki yorgunsun. Bu günlük bu kadar yeter eve git ve dinlen." dedi. Aslında yorgun falan değildim. Sadece piyano çalmayalı uzun zaman olmuştu ve hiç bilmediğim parçaları çaldırıyordu. Tabii tüm bunları ona söyleyecek değildim. Zaten bu günlük yeterince doymuştum piyanoya. "Peki." deyip çantamı omuzuma astım tam gidecekken intikam planım aklıma geldi geri dönüp not almaya devam eden Ayten hocaya yaklaştım. Kafasını kaldırıp gözlüklerini gözünden çıkardı. "Bir şey mi söyleyecektin tatlım?" diye sordu o şefkatli ve kadifemsi ses tonunda.

"Size bir ses kaydı dinletecektim." deyip cebimdeki telefonumu çıkardım ve cumartesi günü Akın gitar çalıp şarkı söylerken kayıt ettiğim ses kaydını açtım. Sonuna kadar sessizce dinledikten sonra gülümseyip "Kim bu?" diye sordu.

"12-A'dan Akın DEMİR." dediğimde hemen not aldı. Bu sırada telefonu çaldı ve cevap vermek zorunda kaldı. Ona iyi akşamlar dileyip rahat konuşması için okuldan çıktım ve eve doğru yol aldım. Hava iyice kararmıştı. Şoförü mü çağırsaydım acaba? Diye düşünürken vazgeçtim. Onun gelmesini bekleyene kadar eve varırdım zaten.

Sabah hava sıcak olmasına rağmen şu an dondurucu bir soğuk vardı ve kulaklarım donmak üzeriydi. Keşke şapka taksaydım diye söylene söylene eve vardığımda kapıda Barlas ile karşılaştık. Tabii ki de çöp atmaya çıkmamıştı eve yeni geliyordu. Beni görünce "Sırf bana inat olsun diye sokaklarda gezme." diye dalga geçti benimle ve önden eve girdi. Bense arkasından ağzım açık bir halde ona bakıp bir insanın nasıl bu kadar benmerkezci olabileceğini sorguladım. Cidden nefes alışım bile ona batıyordu ve o bunu da ona inat olsun diye yaptığımı sanıyordu. Ona daha fazla aldırmamaya karar verip ben de eve girdim. Sıcak bir duş alıp çalışma masama oturdum ve resim çizmeye başladım. Resim tekniklerim ilerlese de çizdiklerim hep aynı şeylerdi; Anne, baba ve çocuk.

Bir kez daha hapşırdığımda elimdekinin onuncu peçetem olduğunu fark ettim. Onu da diğerleri gibi çalışma masamın yanındaki çöp kovasına attım. Genellikle başarısız olmuş çizimlerin olduğu buruşmuş kâğıtlarla dolu olan çöp kovam bu gün sümüklü mendillerimle dolmuştu.

Vücudumu kısa süreli bir titreme ele geçirdiğinde resim çizmeye ara verip yatağa girmeye karar verdim. Yarım saat yatakta dönüp durdum ama bir türlü ısıtamadım. Fazlasıyla üşüyordum ve kalkıp kalorifer peteklerini yanıyorlar mı diye kontrol edecek halim bile yoktu. Son çare denize düşen yılana sarılır diyerekten Barlas'a seslendim. "Barbar!"

İki dakika kadar sonra odama geldiğinde saçları ıslaktı. "Ne var?" dedi öfkeyle. Sanırım benim yüzünden banyosunu yarıda kesmişti ama ne yapabilirim ki bu kadar cimri olmasaydı o da. Yaksaydı şu kaloriferleri.

"Cimri! Yaksana kaloriferleri." diye kızdım. O ise bir anlam veremeyip camın önündeki kalorifere yaklaştı ve elini değdirdi. "Delirdin mi sen alev gibi zaten."

"Saçmalama donuyorum ben." diye itiraz edince yanıma gelip elini alnıma koydu. Ardından "Hasta olmuşsun." deyip gitti. Bense gözlerimi devirdim. Sağ olsun yani ben bilmiyordum hasta olduğumu(!) İnsan bir ilgilenirdi. O yaralandığında ben sabaha kadar onun yanında durmuştum. Üstüne üstlük onunla ilgili kâbuslar görmüştüm. Onunsa umurunda değildi.

Bir kaç dakika daha yatakta dönüp durdum. Ama titremekten uykuya dalamıyordum. Sıcak bir şeyler içmek iyi gelir bekli diye düşünüp kendime ıhlamur yapmaya karar verdim fakat ben yataktan kalkmadan Barlas odaya geri geldi. Elinde iki kupa vardı. "Fazla yapmıştım sana da getirdim." deyip bana yaklaştı ve içinde nane limon bulunan koca bardağı bana uzattı. Yatakta oturur pozisyona gelip elindeki bardağı aldım ve teşekkür ettim. Bana garip garip baktığını görünce güldüm ve ona "Bana o kadar az iyilik yapıyorsun ki teşekkür edince sen bile garipsiyorsun." dedim.

"Bana laf sokacaksın diye kırk takla atıp duruyorsun." diye hayıflandıktan sonra "Burnunu sil midemi bulandırıyorsun." dedi. Duyduğum sözcükler karşısında aceleyle bardağı başucumdaki çekmecenin üzerine bırakırken elime döküldü ama elimle uğraşmayı sonraya bırakıp burnumu sildim hemen. Çok da vaktimi almadı, akmamıştı çünkü!

Yanan elime üflerken Barbar kıkırdayıp "Soğuktan şikâyetçiydin değil mi?" diye dalgasına devam etti. Ardından bardağını benimkinin yanına bıraktı ve yatağın kenarına oturdu. Bense hâlâ onun bardağına bakıyordum. İçinde kahve vardı. "Kendine kahve yaptın ve nane limon mu fazla geldi." diye imayla sorunca "Nane limonu içtim." dedi hemen. Bir de yalan söylemeyi becerebilseydi. Bas baya benim için nane limon yapmıştı neden gizliyordu ki sanki.

Bileğimdeki fuları açtı. Elimi ellerinden kurtarmak için çeksem de bırakmadı. Fuları çıkarıp avucunda yuvarladı ve çöp kovama basket attı. "Şu saçma şeyleri takmaya devam mı edeceksin?"

Bileğimdeki yara izini gösterip "Bu izi sakladıkları sürece." Dedim.

"Daha bileğindeki izle savaşamıyorsun bana mı direneceksin? Onu sakladığında onu yenmiş olmuyorsun." dediğinde ona hak verdim. Ben de bu gerçeğin farkındaydım ama olmuyordu. Her baktığımda o geceyi hatırlamak istemiyordum. Ya da insanların bana bunu sormalarını istemiyordum.

"Peki, nasıl olduğunu sorarlarsa ne diyeceğim?"

"Anlatmak zorunda değilsin ki." dedi bu kez. Ve yine haklıydı. Peki ya hatırlamaya ne demeliydi. Her hatırladığımda o anları tekrar yaşamaya...

Barlas'ın koyu kahverengindeki gözleri bu gece hangi tondaydı bir türlü karar veremiyordum. Bu gece neden bana bir şeyler öğretiyordu? Neden önceki gecelerde olduğu gibi benimle kavga etmek yerine bu gece bir şeyleri fark ettirmeye çalışıyordu ki? Ben bunları düşünürken telefonu çaldı ve kahvesini de alıp gitti. Geri gelmeyeceğini bilmeme rağmen gelmesini istiyordum. Çok değil bir kaç cümle daha konuşsaydık tartışmadan.

Beş dakika kadar sonra umudumu kesip iyi hissetmek için Akına mesaj attım. Beş dakika kadar da onunla mesajlaştıktan sonra Barlas içeri girdi. Kahvesi hâlâ elindeydi. Geçip çalışma masama kalçasını yasladı. "Kim?" diye sorunca "Sana ne." dedi. Kahvesini yudumlarken telefonumun mesaj sesi geldi ikimize de. Telefonu açıp Akın'ın mesajına cevap verdim.

Barlas "Kim?" diye sorunca az öncenin intikamını "Sana ne." diyerek aldım. Kafasını çizimlerime çevirip "Hâlâ inatla sahip olamayacağın şeyler mi çiziyorsun?" diye sorarken amacı ya beni sinirlendirmek ya da incitmekti fakat ikisini de başardı.

Her zaman küçük çocuğu kendimi düşünerek çizerdim fakat bu kez Barlas'ı sinirlendirmek için "Tamam, kız olmasın erkek çocuk da olur." dedim.

Güldü. "Evlilik çocuk oyuncağı değildir. Gerçekleşmesi için önce bireylerin birbirini sevmesi gerekir."

"Ben birini sevemez miyim yani?"

"Sen seversin ama başkası seni sevemez." deyip gitti. Bense bıraktığı hayal kırıklığıyla baş başa kaldım. Neden? Diye soramadım bile. Neden kimse beni sevmez? Bu bana ait bile olmayan iz için mi? Yoksa o gece yüzünden mi? Hayatımı şöyle bir gözlerimin önünden geçirdim de sevilmememin nedeni bunlar değildi. O gece öncesinde de sevilmiyordum ki ben. Başka bir nedeni olmalı diye düşünürken bir mesaj daha geldi telefonuma.

Gönderen Akın;

"İyi geceler prenses. Üzerini iyice ört ;)"

Bu mesajla sorularıma yanıt buldum; ben sevilmiyor değildim. Sadece sevgiyi yanlış kişilerde arıyordum. Bu çamurun içinde inci aramak gibi bir şeydi. Artık denizlere yelken açma vakti gelmişti.  


Barbar Where stories live. Discover now