-Bölüm 40-

19.8K 984 47
                                    

-bana beni bile unutturan gerçeğim-

Omuzumda bir baskı hissedince omuzumu silkip uykuma devam etmeye çalıştım fakat omuzumdaki baskı buna izin vermedi. Sonunda güneş ışığına gözlerimi açtım. "Ne ya!" diye homurdandım.

"Okul var kalk hadi." Tamam da, benim alarmım çalmadı ki daha. Yoksa şarjım bitmişti de telefonum mu kapanmıştı. Geç kaldım endişesiyle elimi komedinin üzerindeki telefonuma attım. Saatin henüz yedi olduğunu görünce uyanmam için hala yarım saatim olduğunu fark ettim. Arkamı dönüp Barlas'a baktım. Saçlarını özenle taramış, tıraşını olmuştu. Üzerindeki siyah takımda her zamanki gibi tek bir kırışıklık bile yoktu. Bu düzenli tertipli hali her zamanki haliydi. "Beni yarım saat erken uyandırdığına göre yeni okulum biraz uzak."

"Yeni okul yok. Sen haklıydın."

Yatakta doğrulup oturdum ve biraz sonra başlatacağım ciddi konuşmadan önce "Takımın kırışmayacaksa otur." diye şaka yaptım. Gülüp oturdu. "Bir kurbanın yoldaşı kurbandan daha çok acı çeker." diyerek onu olacaklardan haberdar ettim. Ben böyle söyleyince tabii ki de vazgeçmeyecekti ama en azında bir gün yaşadıklarından şikâyetçi olursa 'Ben seni uyarmıştım.' diyebilirdim.

Elimi tutup alnını alnıma yasladı "Sen yeter ki yanında yürümeme izin ver. Acı çekilmeyecek şey değil... Herkes mutlu olmayı ister ama seninleysem mutsuz olmaya da varım."

Ben de onun ellerini tutup kocaman gülümsedim. Ellerimi bırakıp gamzelerime dokundu. "Fazlasıyla derin." diye belirtti.

"Marifet gülümsetende."

"Hadi kahvaltı edelim."

"Tamam, sen in ben de hazırlanıp gelirim."

"Tamam." deyip gitti. Ben de mutlulukla yataktan kalktım. İki saat sonra tecavüze uğradığımı bilen beş yüz kişilik bir ergen topluluğunun içine girecek olmama rağmen fazla rahattım. Kim bilir belki düşüncelerini umursamadığımdan belki de düşüncelerine değer verdiğim tek kişinin arkamda olduğunu bilmemden...

Hazırlanıp aşağıya indiğimde Barlas kahvaltısına başlamıştı bile. Ben de masadaki yerimi alıp kahvaltımı etmeye başladım. Barlas'ın beni süzdüğünü hissetsem de kahvaltıma ara vermedim. Nasıl olsa dayanamayıp konuşacaktı.

"İncecik gömlekle üşüyeceksin."

"Olmaz bir şey. Montumu giyerim çıkmadan."

"Derste illaki çıkaracaksın montunu."

"Sınıflar sıcak." Bilerek yapıyordum, o sinirlensin diye. Benim için endişelenmesi hoşuma gidiyordu ve bu durumu biraz daha uzatmaktan zarar çıkmazdı. Hem bana diyor ama kendisinin üzerinde de bir gömlek vardı. O ceket onu ne kadar koruyacaktı ki. Eğer o da giyerse ben de giyerdim ama giymezse ben de giymezdim.

Sesli bir nefes verip kahvaltısını etmeye devam etti. Ben de ağzımı açmadım. Kahvaltıdan sonra ikimiz de ortadan kaybolduk. O lavaboya gidince ben de hemen onun odasına gidip onun kazaklarından bir tane aldım. Bu kazağı ona giydirmeyi başarırsam ben de giyecektim bir tane. Kapıyı açmamla odamdan çıkmak üzere olan Barlas ile göz göze geldim. Elinde yeşil kazağım vardı. İkimiz de birbirimizi süzüp kahkaha atmaya başladık.

Sanırım Barlas haklıydı. Biz aynı bütünün parçalarıydık. Yani bu benim de bir Barbar olduğum anlamına geliyordu. Yine de onun eline su dökemezdim. İkimiz de ellerimizdeki kazakları birbirimize uzattık. İkimiz de kendi kazaklarımızı giydiğimizde artık gitmeye hazırdık. Aşağıya inip montlarımızı da aldık. Dışarıya adımımı attığımda sert bir hava yüzüme çarptı. Hava da kapalıydı. Yağmur yağacaktı muhtemelen. Yol ayrımına geldiğimizde Barlas, "Ben bırakayım." diye teklifte bulundu.

Barbar Where stories live. Discover now