-Bölüm 62-

9.4K 592 61
                                    

-Yolun sonundaki kanlı ceset-

Gece yarısı Barlas'ın adımı seslenmesiyle derin uykumdan sıyrıldım. Uyurken kolumda uzanan adam şimdi sandalyede oturuyordu. "Ne oldu?"

"Omzum..." demesi yetti daha fazla konuşmasına fırsat vermeden yerimden kalkıp yanına koştum. "Çok mu acıyor? Doktor çağırayım mı?"

"Hayır, gerek yok. Ağrı kesici aldım. Sargı bezinin değişmesi lazım."

"Tamam, hemen hallederim." Deyip ışığı açtım ve dolaba koyduğum çantayı alıp tekrar yanına geldim. Üzerindeki kazağı çıkarıp kanlanan sargı bezini açtım. Zaten fazlasıyla kan kaybetmişti ve kaybetmeye devam ediyordu. Üstelik dinlenmeden kalkmıştı ayağa. Çok fazla zorluyordu kendini. Bir gün yanımda düşüp kalacak diye çok endişeleniyordum. Korkarım ki onu peşimizdeki katiller değil ben öldürecektim.

Omzunu tekrar sardığımda ona temiz kıyafetler giydirdim ve dizlerinin dibine oturup kafamı bacaklarına koyup elini tuttum. Gidip uyumamı söylese de onu dinlemedim. Onunla birlikte oturup ayın gökyüzünde parlayışını izledim. Ara ara acıdan elimi sıktığını hissettikçe daha fazla ölmek istedim. Çektiği tüm bu acıların nedeninin ben olduğumu düşündükçe daha fazla nefret ettim kendimden. Beni tamamlayan bu adama neden acıdan başka bir şey veremiyordum? Böylesine güzel seven bir adamın benim kalbimde ziyan olması beni çok üzüyordu. Keşke saçlarım ölümün parmaklarına dolanmamış olsaydı.

Sabaha karşı Barlas'ın ağrısı dindiğinde yatağa geçtik. Onun uyuduğundan emin olduğumda ben de uyudum.

Uykumdan uyandığımda odada tek olmadığımızı fark etmem uzun sürmedi. Yaşamaktan korktuklarımız gelmişti. Beni almaya gelmişlerdi ama Barlas öyle kolay kolay vermezdi beni. Canını verir beni vermezdi. Korkarım ki yolun sonundaki cesetlerin sayısı ikiye çıkacaktı. Ölürken onu da götürecektim yanımda. Benimleyken mutlu edemediğim bu adamın ben gidince mutlu olabilme ihtimalini de alacaktım ellerinden. Yanlış bir kadını çok doğru sevdiği için dünyanın en mutlu insanı olamadan ayrılacaktı bu dünyadan.

Tam da alnıma nişan alınmış o silah karşısında ellerimi avuç içlerim dışarı bakacak şekilde yukarı kaldırdım. Barlas da aynı şekilde kalktığında ikimizi karşı karşıya getirdiler. Adam kafama dayadığı silahla beni dizlerimin üzerine oturttuğunda Barlas'ın eline belindeki silahı verdi. Sonra elindeki silahı da Barlas'ın kafasına dayadı. "Öldür onu."

Barlas gözünü bile kırpmadan "Yoksa sen mi beni öldürürsün?" dedi.

"Hayır, kızı öldürürüm. Ama bir kurşunla değil. Her bir anını da sana izletirim merak etme."

Barlas sadece güldü. "Peki, ben sana ne yaparım hiç düşündün mü?" diye sordu. Barbar'ın kafasına silah dayamışlardı ama umurunda bile değildi. Sanki adamlarıyla birlikte burayı basan oydu.

Adam tetiği çekti. "Çok konuşma, hadi vur onu."

Barlas bir anda silahı adama çevirip omuzuna ateş etti. Ben olanları idrak edemezken Barlas elimden tuttuğu gibi koşmaya başladı. Binadan dışarı çıkar çıkmaz arabaya bindik ve son süratle gitmeye başladık. Onlar da arkamızdan gelirlerken arabaya ateş edip duruyorlardı. Issız bir yola geldiğimizde hem silahımızda kurşunumuz bitmişti hem de arabamızın camları artık yoktu. Son açtıkları ateşte de arabanın tekerleri patladı. Barlas arabayı durdurup beni arabadan indirdi. Elimden tutup koşarken sürekli daha hızlı olmamı söyleyip duruyordu. "Hadi Hera, dayan. Yolun sonunda Poyraz bekliyor bizi. Ona vardığımızda kurtulacağız."

"Barlas, çok yoruldum." Dediğimde durdu. Ben benim için durduğunu sanmıştım ama suratındaki acı ifadeyi görünce fikrim değişti. "Barlas?"

"Git Hera! Durma koş." Derken dizlerinin üzerine oturdu. Kolundan tutup kaldırmaya çalıştım. "Barlas, hayır! Kalk hadi. Ne olursun yolun sonuna az kaldı."

"Ben yolun sonuna geldim Hera. Ama sen daha başındasın. Koş!"

Elleri ellerimin arasından kayarken yere yığıldı. "Yalvarırım Hera, koş. Durma sakın koş!" gözlerini kapatırken bile hala koşmam için yalvarıyordu ama onu bırakıp gitmeyecektim. Yol ne kadar güzel ve uzun olursa olsun onsuz tek adım bile atmayacaktım. "Barlas, bırakma beni. Aç gözlerini ne olur!"

Yanımıza gelen adamlar beni tutup çekerken Barlas'ın elleri bir kez daha kayıp gitti ellerimden. "Barlas!"

İrkilerek uyandığımda Barlas hala uyuyordu. Saat neredeyse öğleye geliyordu. Dün geceden sonra bıraksam akşama kadar bile uyurdu. Suratı solgun ve yorgun görünüyordu. Ona daha fazla bunları yaşatmaya hakkım yoktu. Onun gibi bir adam ona acı vermeyecek bir kadın bulup çok sevmeliydi. Çoğalmalıydı. Kendisine benzeyen çocukları olmalıydı. O mutlu olmalıydı. Bir şeyler yapmalıydım peşimden gelmesini engellemeliydim. Gitmeliydim ama nereye? Bulurdu o beni. En güzeli o adamları öldürmek olurdu ama ona da gücüm yetmiyordu. Ben ki Barlas'ın Melike'si, gücüm kalmamıştı. Şaşılacak şeydi. Sevildiğini hisseden bir insan güçlü olurdu ama ben ölmüştüm de gömenim yoktu sanki.

Belki de Barlas'ı kurtaracak tek şey benim ölümümdü. Hem yattığım yeri bilirse huzurlu uyurdu. Belki yanında uyuyamazdım ama en azından acaba sabah onu ölü bulur muyum korkusuyla uyumazdı. Sonum belli olurdu. Beni merak etmezdi. Tüm bunları bırakıp okyanus kenarında bir şehre yerleşirdi, ya da hiç hatırlamamak için beni dünyanın bir ucuna giderdi. Hayallerimize konu olmayan bir ülkenin hiç gitmediğimiz bir şehrinde bana hiç benzemeyen bir kadını severdi. O zaman beni hatırlaması mümkün olan tek adam da unuturdu beni. Bedenim anılarımla birlikte toprağa karışırdı. Gerçekten ölürdüm bu kez. Ama ben unutmazdım onu. Ruhum rüzgâra kavuşur her fırsatını bulduğumda okşardı saçlarını. Umarım rüzgârlı bir şehre taşınırdı. Ölsem de özlerdim ben onu.

Yanımda uyuyan adamın yanağına yumuşak bir öpücük yerleştirdim. Son kez hissettim onu tenimde. Ama sonsuza dek hissedecektim ruhumda. Rüzgâr estikçe... Son defa baktım bu adama. Sanki unutmam mümkünmüş gibi yüz hatlarını ezberlemek istercesine dikkatle süzdüm onu. Sonra onun sıcaklığıyla ısındığım o rahat yataktan kalktım. Dün gece sandalyenin kenarına bıraktığım çantanın içinden silahı alıp banyoya geçtim. Klozetin üzerine oturup Barlas'la yaşadığımız şeyleri düşündüm. Barlas'ın beni unutmasıyla yok olacak anılarımızı son defa hatırladım. Nereden geldi aklıma bilmiyorum ama Teoman'ın şarkısı geldi aklıma. ~Başka bir adla başka bir zamanda rastlasaydım demiştim ya o gün sana~ keşke ben de başka bir adla başka bir zamanda rastlasaydım Barlas'a. O zaman bir otel odasında sevdiğim adam içeride her şeyden habersiz uyurken tuvalette öldürmek istemezdim kendimi. Daha farklı olurdu her şey. Barbar olmazdık mesela. Sıradan insanlar gibi cimrice severdik birbirimizi. Evlenirdik iki çocuğumuz olurdu. Onlarla ilgilenirken ömür geçer giderdi. Ama Barlas çok kısa zamanda bir ömür yetecek kadar sevmişti beni. Sıradan birinin sevemeyeceği kadar sevmişti. İşte bu yüzden cesur olup ateşlemeliydim bu silahı. Onun için hala geç değildi ve beni bu kadar güzel sevmesinin karşılığını onun hayatını riske atarak ödememeliydim. Barlas haklıydı silahtan korkmamalıydık. Silah doğru ellerde olduğunda adaleti getirirdi. Sanırım bizim için en adaletlisi bu olacaktı.

Silahı çenemin altına yerleştirip parmağımı tetiğe yerleştirdim. Tıpkı Barlas'ın öğrettiği gibi. Bilseydi hiç öğretir miydi? Ben öldükten sonra kendine çok kızacaktı belki de ama sonra unutacaktı her şeyi. Hatayı kendinde aramaktan vazgeçip yoluna devam edecekti. Belki de ona ölenle ölünmeyeceğini söyleyecektiler. Cümledeki ölü ben olacaktım.

Barbar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin