26. Bölüm

17.3K 1.5K 447
                                    

Aklımdaki düşüncelerle boğuşuyor, yolu görmüyordum. Ancak önüme kırmızı bir araç çıkınca kendime gelebildim ve az kalsın içinden geçeceğim aracın hızla soluna kırdım.

Tek istediğim gözlerine bakıp bunu neden yaptığını sormaktı.

Hızdan dolayı yüzüm donuyordu, gözlerim kurumuştu. Diğerlerinin motosikletlerine atlayıp peşime takıldıklarını bildiğim için yavaşlamıyordum. Hayır. Onunla yüzleşmek istediğim için son hız gidiyordum. Kimseyi ayırmamış, bütün kaleyi ailem görmüştüm. Benim seçtiğim dostlarım... Aynı duvarların arasında olmayı şans bildiğim arkadaşlarım. En kötü günlerimde yanımdaydı, sarılıp kaç kere zayıflığımı görmesine izin vermiştim bilmiyordum.

Hepsi benim ailemdi fakat o, benim babama suikast düzenlemişti. Bunun beni ne derece mahvedeceğini bile bile. Kendisi onu çok sevdiği halde...

Her şeyin farkındaydım. Raphael'e gitmemeliydim, kendi kaleme girip çalmamalıydım, içeriye dalıp onunla karşı karşıya gelmemeli ve oyunlar oynayıp ağzından laf almalıydım. Yapmam gereken buydu ve farkındaydım lakin içimdeki gölge intikam hırsına yenik düşmüştü. İçimdeki insan, gebert onu diye bağırıyordu. Ve bu ikisi birleştiğinde kendimi tanıyamaz olmuştum. Görüyordum ama kör bir şekilde.

Onu yok edecektim.

Kale sınırına ulaştığımda aklım kontrolü tamamen kaybetti. Yıkılan surların arasından Charlie'den devrilecek bir şekilde geçtim. Kalenin ana girişini motosikletle yardım. Lastiklerinden çığlık sesi çıktı. Üzerinden atladığımda Charlie yere düştü ve parçalarından hasar aldığını belli eden sesler çıkardı. Kalenin önünde vakit geçiren, içeri girdiğim için dehşete düşen gölgelere gözlerim uğramadı bile.

Ayakta, nefes nefese bir şekilde diğerlerini izledim. Liderlerini görmeyi asla beklemeyen gölgelerin gözleri bendeydi. Hepsine teker teker bakışlarım uğradı. Bu gölgeler sıradan günlerini kalenin çevresinde grupça gezinerek dolduruyordu. Hepsi beni görünce yerine çakılı kaldı, selam verip vermemeyi düşündüler çünkü halim haraptı.

İleriye bir adım bile atamadan diğer sesler kulağıma doldu. Kalemizin sınırı işgal edildi, peşime takılan sürü ve Jenn tıpkı benim gibi ana kapıdan içeriye, tam kalenin önüne daldı. Hayretler içinde izleyen gölgelerin yüzleri gözleri açıktı. Şimdi bana değil, kurtlara bakıyorlardı.

Neredeyse hepsi silahlarına uzanmak için elini kaldırınca biraz olsun kendime geldim. "Sakın." İlk olarak dişlerimin arasından tıslar gibi konuştum. "Silahlarınızı indirin!" diye bağırdığımda bunca gölgenin şaşkın gözleri bana döndü. Hepsinin eli belinde kaldı ama hiçbiri silahlarına uzanmadı.

Kurtlar içeri giremezdi. Bu bir kuraldı. Kimse giremezdi. Lakin benim gibi gözleri dönmüştü.

Kaleye bakarken telefonuma uzanıp Seth'in adını buldum. İlk seferde açtı. "Neredesin?"

"Ne?"

"Neredesin?" diye sordum bir kere daha.

Duraksadı. "Batı kanadı..."

"Mia ve Riley seninle mi?" dediğimde anlamadı ve arkasından bir bağırış koptu. Benim içeri girişim bir anda yayılmaya başladı. "Ana kapıdayım, kurtlarla."

"Anlamadım!" diye bağırdı.

"Buraya gelin." deyip telefonu kapattım.

Telefonu cebime koyarken gözlerim kısıldı. Başım döndü, midem bulandı.

İğrendim.

Ancak Vincent beni kolumdan tutup çektiğinde karşımdaki gölgelerin tekrar hareketlendiğini gördüm. "Mantıklı düşünmüyorsun." Karşısındaki orduyu umursamadan benimle konuştu.

GölgeWhere stories live. Discover now