49. Bölüm

9.3K 1K 329
                                    

Uyandığımda kendimi yabancı bir yatağın tam ortasında buldum. Sersemleyen zihnim açılmadan doğruldum, karnıma bıçak sokulmuş gibi irkildim. Hızlı kalktığım için başım döndü, aynı zamanda darbe almışım gibi ağrıyordu. Avucumu şakağıma bastırdım ve gözlerimi yumdum.

Ama ağrı geçmedi, hiç hafiflemedi.

Bu his ya hiç uyumadığımda olurdu ya da ölü gibi yattığımda, yirmi dört saat kalkmadığımda. İkincisinin olmadığını umdum fakat bayılmış olmalıydım çünkü en son hatırladığım ormanın içinde, Raphael'in kollarının arasında kendimden geçtiğimdi.

Ve şimdi...

Pencereden dışarıya baktığımda yüksekte olduğumu görüyordum.

Bulut gibi hissettiren yorganın altından kalktım ve pencereye doğru ilerledim. Yaklaştığım an nefesim kesildi, böyle bir manzarayı bana hiçbir yer sunamazdı.

Orman ayaklarımın altına seriliydi, upuzun ağaçlar aşağıda kalıyordu, ev tepeye kurulmuştu. Güneş tam karşımdan batıyordu, ağaçların üzerine vuruyordu. Yeşilliğin kesildiğini göremiyordum ve evin konumu özellikle bu tepe noktasına, uçsuz bucaksız renkleri görebileceğim bir alan için seçilmişti.

Bir ormanda gözlerim kapanmıştı ama ayaklarımın altına serilen bu ağaçlar o farklılığı yansıtmıyordu. Rüyalar Diyarı'nda değildim, bundan emindim.

Ellerim saçlarıma gitti, üzerimdeki kıyafetlere kafamı eğip baktım. Hala kanlar içindeydim ama birçoğu silinmişti. Saçlarım kazık gibiydi, yarım atletim üstümdeydi ama ayakkabılarım yoktu. Pencereden izlemeyi kestim ve arkamı döndüm. Bembeyaz bir odaydı. Halı çıplak ayaklarımın altına pamuk serilmiş gibi hissettiriyordu, beyaz çarşaflı yatak üzerimdeki kıyafetlerin pisliğine boyanmıştı. Tuvaletin kapısı açıktı ve ışıldıyordu, küvet bana göz kırpıyordu. Hemen sağımda giyinme odasına açılan eşik vardı. Beyazlar ve ahşaplar, bana lüks bir oteldeymişim gibi görünüyordu.

Neredeydim?

Yarım açık kapının arasından koridorun ışığını görebiliyordum. Dışarı çıkmak için iki adım attım ama zeminde yankılanan adım seslerini duyup bekledim.

Sakince yaklaştı ve kapıyı açtı. Raphael beni görünce içeri girmedi, ölüleri andıran yüzüme baktı durdu. Pislik içindeydim ama o tertemiz görünüyordu. Ve... farklı.

Üzerinde siyah bisiklet yaka bir tişört, altında koyu renk kot pantolonu vardı. Saçlarıyla aynı renk gözleri aşağıdan yukarı üstümde bir kere daha gezindi, ben onu izlemeyi çoktan kesmiştim.

"Sonunda." dedi rahatlamış biçimde. "İyi misin?"

"Neredeyim ben? Neden... nasıl..." Neyi ilk soracağımı düşünürken kayboldum.

Raphael bir adım daha attı ve odaya girdi. "Evimdesin." Pencereden dışarıya baktı. "Kalıcı olan evimden bahsediyorum."

Gözlerim kocaman açıldı, koridordan ilerisini görmeye çalıştım. "Ne demek evindeyim? Neresi burası, bu orman... Raphael, ben ne zamandır uyuyorum?"

Kaşları çatıldı, suratı ekşidi. Bir gözünü kısıp "Neredeyse üç gün." dedi. "Aklımı kaçırıyordum. Ta ki mırıldandığını duyana kadar."

O aklını az kalsın kaçırıyordu, ben şu an kaybetmeye başlamıştım. "Üç gün mü!" diye bağırdım. Ellerimi saçlarıma götürdüm ve yatağa oturdum. "Beni niye geri götürmedin?"

"Çünkü Galea ile olan konuşmalarını fısıldıyordun." Ona dehşet içinde baktım. Ne demiştim? Bunlar bir sır olmalıydı. "Anlamsız şeyler fısıldadın ve lavanta deyip durdun. Bölük pörçüktü. Seni geri götürmemem gerektiğini biliyordum ve öğrenmemem gereken bir şeyi söylediğini sanmıyorum. Ormanda bayıldın Jane. O ışığın içinden düşüyormuş gibi çıktın, seni tuttum. Ve sonra..." Sonrasını hatırlamıyordum.

GölgeWhere stories live. Discover now