35. Bölüm

14.6K 1.2K 281
                                    

Kapıda uyuyan güvenlik harici burada kimse yoktu. Soğuk deponun içinde yürürken ayakkabılarımızdan çıkan sesler yankılanıyordu. Önden ilerliyor, yüz bir numarayı arıyordum, Vincent ise bir adım arkamdan geliyordu. Kapüşonunu benim gibi çıkarmamıştı, elleri ceplerindeydi. Sağına soluna dikkatle bakmıyordu çünkü dinliyordu ve kulakları gözlerinden daha iyiydi.

Yüz bir yazılı kapının önüne gelince durdum. Diğer kapıların aksine burada bir asma kilit vardı. Vincent'la birbirimize baktık. Elimdeki anahtarı çıkarmamı izledi ama kapıdan geçen ilk kişi olmamı tercih etmiyor gibiydi. Yine de gelmeden önceki uyarımı ciddiye aldı ve yokmuş gibi davrandı.

Asma kilidi tuttuğum an büyü tenimi titretti. "Bu mühürlü." dedim, anahtarı yerleştirdim. "Büyüyle bile açılamaz, sadece bana verdiği anahtar bunu açar."

"Yani büyücülerle çalıştığı doğrulandı mı?"

Başımı iki yana salladım. "Hayır. Bunu elde edebilir. Eğer iyi büyücüler tanıyorsan, parasını verirsen mühürlü kilitlere ulaşabilirsin. Fakat kale, bunun üstesinden gelmeyi biliyor. Kaleye karşı değil, başkalarına karşı önlem almaya çalışmış."

Anahtarla kilidi açtım, deponun kendi kapısı kilitli bile değildi. Karanlık, minicik odaya girdiğimde Vincent hemen arkamdan geldi. Tepedeki cılız ışığı yaktım ama umduğum şeyi karşımda göremedim. Vincent da benim gibi yürümeyi kesti, adım atacak pek bir yer zaten yoktu.

Bomboş bir yerdi, odanın ortasında sadece bir adet ofis masası ve sandalye vardı. Masanın kendisine ait çekmeceleri kapalıydı ve bir bilgisayar duruyordu. Bu kadardı.

Sandalyeye oturup çekmeceleri karıştırmaya başladığımda Vincent kapıyı kapadı. Hiç konuşmadan arkamda bekledi, bilgisayar inanılmaz yavaştı ve eskiydi. O açılırken çekmecede bir USB buldum.

Eski kasaya eğilip taktım, arkama yaslandım. USB'nin içinde tek bir dosya vardı, isim bile verilmemişti. O tek dosyanın içine tıkladığımda birkaç video aynı anda önüme serildi. Parmaklarım kenetlendi, tıklayamadım.

Vincent durgunluğumu fark edince başını hadi der gibi eğdi. Koca bir nefes çektim ve ilk videoya tıkladım. Riley'yi görünce elimi bilgisayardan çarpılmış gibi çektim.

Riley... farklı görünüyordu. Kaç yıl öncesine aitti? On sekiz yaşında bile değildi.

Kameraya uzanıp ayarlarken tıkırtılar çıkıyordu. Kamerayı kendisine doğrulttu ve şu an oturduğum sandalyeye yerleşti. Saçları, yıllar önce hatırladığım gibi alnını örtecek kadar uzundu. Her zaman gülümsediği yıllardaydı ama görüntüde ruhu çekilmiş ve yorgunluktan ölecekmiş gibi duruyordu.

Sandalyede geri gitti, avucuyla yüzünü sıvazladı. "Lanet olsun, bunu niye kaydediyorum ki?" diye kendi kendisine konuştu, kamerayı kapasın diye uzandı ama yapmadı, öylece bekledi. Kendi görüntüsüne baktığında kamerayı kapatmaktan vazgeçti. "İyi ki doğdun Jane." dediğinde gözlerim doldu. "Bugün senin doğum günün. Birazdan yanında olacağım. Raphael'le çıktığın yemekten dönmeni bekliyorum ve bu sırada Jenn odana bir pastayı gizlice sokmaya çalışıyor. Seth büyük ihtimalle aldığımız hediyeyi beğenecek misin diye onu soru yağmuruna tutuyordur. Doğum gününü sevmediğini biliyorum ama... Jenn çok ısrar ediyor. Bu yıl kutlayacağız."

Sandalyenin koluna dirseğini yasladı ve dayanamıyormuş gibi gözlerine parmaklarını bastırdı.

"Lanet olsun..." diye konuştu kendi kendisine. Ekrana gözlerini tekrar kaldırdı. "Bu kadardı. Yapamayacağım. Sadece... iyi ki doğdun. Gerçekten."

Video kapandı.

İkinci videoya inanılmaz bir hızla geçtim. Bunların ne olduğunu anlamadım. Neden bu kadar kayıt vardı?

GölgeWhere stories live. Discover now