48. Bölüm

9.7K 1K 348
                                    

Araba, jet, helikopter ve ardından geniş bir arazi aracı.

Sekiz saatten uzun süren yolculuğun sekiz saati boyunca gözümü en fazla bir dakika açabilmiştim. Rüyalar Diyarı olarak bilinen ormana uçmadan önce Raphael yanımda telefonla konuşmuş, Mia'yı aramıştı. İlk defa sesinden iğneleyici hiçbir ton sezememiştim ve rahatsız edici sesi beni uyandırmıştı.

"Jane benimle birlikte. Hayır, onunla işimiz var. Şu an bir şey söyleyemem Mia ama o iyi, merak etme. Diğerleri? Nefes alıyor mu? Pekala, ona söyleyeceğim. Jennifer'a iletirsin, Jane onu önümüzdeki sekiz saat arayamayacak. Hatta daha uzun sürebilir. Kendisi konuşamıyor çünkü uyuyor! Hayır, hiç yarası yok. Sorma Mia, seni aradığıma bile dua et çünkü açıklama yapmak zorunda değildim."

Kabinin önünden geçerken yalpalayarak yürümeyi kesmiştim, içerideki görevliler bana savaştan çıkmış gibi göründüğüm için garip garip bakıyordu ama tek kelime etmiyorlardı. Üzerimde Raphael'in kabanı vardı, mahvolan kıyafetlerimi kapatıyordu ama saçlarım kadar kana batmıştım. Neredeydim asla bilmiyordum, Raphael'e güvenmiştim.

Yine.

Çünkü ona gitmem gerektiğini hissetmiştim.

Koltuğa oturduğum an beklentiyle gözlerine baktım. Daha ben sormadan açıklamaya başladı. "O üç kurt ölmüş, birisini sen öldürmüşsün. Kameraları yerleştirememişler çünkü..." Yüzüme baktı durdu, hemen konuşamadı. "Kevin'ı malikaneye götürmeleri gerekmiş."

"O iyi mi?"

Boğazını temizledi. Kevin'ı tanımıyordu ama benim için ne kadar önemli olduklarını biliyordu. "Kalanlar iyileşmiş. Ama o..." Çenesini birkaç kere kapatıp açtı.

Devam etmediği için gözlerim dolu bir şekilde fırlayacakmış gibi doğruldum, neden kalktım onu bile bilmiyordum.

Raphael beni geri oturttu. "Ölmemiş." dedi, inanmadım. "Nefes alıyormuş ama iyileşir mi bilmiyorlar. Maya yanlarındaymış, Kevin'ın acısını kendisine çekiyormuş ve onu rahatlatıyormuş. Rose işe yarar bir iksir üstünde çalışıyormuş."

"Çalışıyor muymuş? Ne kadar sürecekmiş!"

"Jane," Bağırmaya başlamıştım. Avuçlarını yüzümün iki yanına koydu ve sakinleşmemi bekledi. "ona yardımcı oluyorlar. Nefes alıyormuş. Sakin ol."

"Orada olmalıydım."

"Hala inebiliriz. Eğer istediğin buysa."

Ellerini suratımdan çekeyim diye bileklerini tuttum ama indiremeden önce kabin tarafına, deri koltuklara ve pencereden dışarıya baktım.

Bana gel...

Hayır, dönemezdim çünkü aşağı indiğim an çığlık atmaya devam edecekti. O benimle konuşmasa bile artık ilerlemem gerektiğini biliyordum. Öyle bir şeydi ki, yaşama amacım önümdeki saatlere bağlıymış gibi hissediyordum. Bugünü beklemiş, Galea'ya gideceğim anı kollamışım gibiydi. Geri dönemezdim. Kevin'ın yanında olamadığım için kendimi parçalamak istiyordum, Vincent'ın suratındaki derin pençe izinin iyileştiğine şahit olamadığım için yüreğim sızlıyordu. Hector, Blaxton ve Jamie'ye destek olmak istiyordum.

Döndüğümde neyle karşılaşacağımı biliyordum. Hepsi neden kaçtığımı soracaktı. Hiçbirinin yanında olamamıştım ama beni suçlamayacak kadar anlayışlıydılar. Fakat ben kendimi suçlayacaktım. Nereye gittim, neden kayboldum... söylemek istiyordum lakin bana sus diye bağırıyordu. Malikanede onlarla olmalı, Kev'in nefes aldığını gördükten sonra çıkıp gitmeliydim.

Ama imkansızdı.

Önüme silahlı binlerce kişi çıksa bile onları ezip gitmem gerekiyordu. İsteğim doğrultusunda değildi, engelleyemiyordum.

GölgeWhere stories live. Discover now