2.3

33.8K 1.7K 44
                                    

Küçük kız kuş seslerinin ve ağaçların arasından sızan güneş ışınlarının eşliğinde piknik örtüsünü çoktan yere sermiş olan annesinin yanına koşarak gitti. Annesi küçük kızının koşup yanına gelmesini izledi. Kız elindeki iki bebeği havaya kaldırıp annesine gösterdi ve "Oyun oynayalım mı?" dedi sevimli bir şekilde. Annesi biri damat biri gelin olan iki bebeğe baktı, kızı bu bebekleri çok sevmişti.

Annesi düşünmeden hızlıca "Tamam, biraz oynayabiliriz." dedi ve damat olan bebeği kızının elinden kapıp bolca gülüşerek kızıyla oynamaya başladı. Bebeklerin evleneceği sırada küçük kız bebekleri bir süre inceledikten sonra annesine sordu: "Anne, insanlar neden evlenir?"

Annesi küçük kızının sorduğu soruyu duyduğu anda afallayarak kızına baktı, kızın meraklı gözleri üzerindeydi.

"İki insan birbirini çok severler, sonra hayatlarını birleştirmeye karar verirler. Bu yüzden evlenirler."

Annesi dedikleri içini acıtsa da kızının sorusuna cevap vermişti. Küçük kız tekrar konuşmaya başladığında babası arabadan almaya gittiği eşyalarla beraber onlara yaklaşmaya başladı. "Siz de babamla birbirinizi çok mu seviyorsunuz?"

Kadının kalbine saplanan bir ok kalbini delip geçtikten sonra sırtından çıktığında kısa bir süreliğine nefes alamadı, o esnada onların yanına epeyce yaklaşmış olan kocasına acıyla baktı, keşke her şey çocuklara anlatıldığı kadar basit olsaydı...

Kadın dolan gözlerine aldırmadan yüzünde büyük bir gülümsemenin oluşmasını sağlayıp kızına "Evet kızım." diyip gözyaşlarını geri itti. Sevdiği adamdan bir parça olan kızını hızlıca kollarının arasına alıp saçlarına öpücükler kondururken derin nefesler aldı, onu bulunduğu durumdan soyutlayacak, teselli edebilecek tek şeyi sımsıkı sardı. Kızı onun dayanma sebebiydi fakat hırsı açık bir pencereden giren sert bir rüzgar gibi yuvasına girdi ve her şeyi dağıttı, ne kadar çabalarsa çabalasın toparlayamazdı...

****

Anılar zihnimden birer birer akıp geldikleri yere geri dönerken üzerimi örten donukluğu aşıp ağlayan annemin eline uzanıp ona dokundum, anında üzerime dönen buğulu gözlerin altında ezildiğimi hissederken "Ağlama anne...sadece biraz yalnız kalmak istiyorum. Sen de gidip yüzünü yıkar mısın?" dedim ses tonumu olabildiğince nötr tutmaya çalışarak. Ses tonumun aksine bir boks maçına çıkıp defalarca yumruk yemiş gibi yorgun hissediyordum. Annemin sözleri bana atılan yumruklardı. Her sözünde biraz da yalpalamıştım, en sonunda yerle buluştum. Hayatla savaşımda yerde kaldığım anda bir adam gelip kazananın karşı taraf olduğunu haykırmıştı.

Annem hiçbir şey söylemeden sessizce odamdan çıktığında içime akam gözyaşlarımın yaralarımı acıttığını hissetmeye başlamıştım. Ağlayamamak berbattı, sanki o gözyaşı oradan düşünce ben yenildiğimi kabul edecektim, yenildiğimi kabul etmiyordum. Edemezdim, savaşmadan yenilemezdim. Belki de korku dolu bir gerçekliğin içinde hapsolmuştum ve çıkabilmek için korkumu yenmen gerekiyordu.

O an ne yapmam gerektiğini bir kez daha kendime hatırlatıp odamdan sessizce çıktım, evden çıkana kadar aynı sükûnetimi sürdürdüm. Evden çıkıp kayalıkların yakınına yürürken denizin üzerindeki ayın yansımasına baktım, ay bu gece havayı daha çok aydınlatıyordu, gökyüzü siyaha bürünse de ayın yansıttığı ışık karanlığı bölüyordu. Deniz ise durgundu, ayın yüzeyinden yansıyan ışıkla yetiniyordu çünkü onun aşkından gelen ışık olduğunun bilincindeydi. Ayın da önünün bulutlarla kapandığı gecelerde deniz daha haşin oluyordu, sebebini kendimce oluşturduğum efsanevi aşk hikayesine bağlıyordum. Hep bir şeylerle yetinmek zorundaydık, ben akıtamadığım gözyaşlarını denizin tuzlu suyunda buluyordum. Deniz ise geceleri hasret kaldığı güneşin ışığını ayda buluyordu.

Denize uzananan kara parçasının tam üzerinde dururken esen serin rüzgar yüzümü yavaşça okşayıp geçti, tuzlu koku burnuma dolduğunda denize baktım, siyahlara bürünmüştü. Asil gözüküyordu. Dalgalara dalmaktan korkmadığım gibi denizin kasvetinden de korkmazdım, geceleri deniz her zaman gözüme daha güzel gözükürdü.

Bir kez daha atlamak istediğim yere bakıp denize doğru bir adım attığımda ikinci adımımı durduran şey bugün benim için ihanetlere bürünmeden önce yaşadığım anlardı. "Yapma." demişti, belki sözlü olarak değildi ama bakışlarıyla söylemişti. Neyden çekiniyordu? Akıntıya kapılıp dünyadan silinmemden mi, acılarım denizle dindiremeyecek kadar çok olduğunda denizin bana yetmeyecek olmasından mı? İkisi de yeterince geçerli sebeplerdi, bunca zaman her acımda denize başvurmuştum. Ya acım denize başvuramayacağım kadar büyük olunca ne yapacaktım? Çareyi nerede arayacaktım?

Çareyi kendinde arayacaksın.

İç sesim soruma cevap verdiğinde bunca zaman acımı akıttığım denize baktım, onun acısı zaten kendisine yetiyordu. Derdime dermanı onda bulamazdım, bulamıyordum da zaten. Bunca zaman sadece bana verdiği rahatlatıcı his yüzünden denizi sevmiştim, kendi derdine bile derman bulamayan deniz benim acıma çözüm olamazdı. Benim acıma çözümler getiren bir başkasını dinlemenin vakti gelmişti.

"Üzgünüm...artık bunu yapmayacağım."

Kendi kendime konuşup gözlerimi kısıp denize son kez baktım ve arkamı dönüp kendimi acılarımla baş başa bıraktım.

***

ig: pluviamore

Dert Ortağı ~texting~Where stories live. Discover now