''Ölümün Şafağında'' Bölüm:109

101 14 19
                                    


Uyandığımda yüzüm alev atıyordu. Durun biraz, uyanmak mı? TANRIM! Dağılmış saçlarımı omzumun diğer tarafında toplayıp karanlık odaya göz gezdirdim. Daha acılı bir yerde uyanmayı hayal etsem de aslında daha yumuşak bir yerde uyanmıştım. Gözlerim bir şeylerden çok Harry'i arıyordu. Yataktan gelen pis koku mideme etki yaparken elimle burnumu kapattım. 

''Harry,'' diye fısıldadım, önümü bile gördüğüm söylenemezdi. ''neredesin?'' 

Ses gelmedi bu kez kalktım ve beni bu taşıdığı yerde küçük bir keşfe çıktım. En ufak not bile bırakmadan gitmiş olamazdı değil mi? Pekala, trajik bir son hazırlanmış gibi davranmayacağım. Sırf ilk birlikteliğim diye ve o gitti diye ağlayacak halim yok ya! Her neyse eski olduğunu düşündüğüm, elime yırtık parçaları gelen koltuğun üzerine serilmiş elbisemi alarak üzerime geçirdim ve en yakın çıkışı bulup bulunduğum yerden çıktım. Odadan çıktığım an kendimi ormanın içinde bulmuştum. Harry ile ilk geldiğimiz yerle alakası dahil yoktu. Vücuduma değen rüzgar ile ürperdim, etrafıma bakınarak geldiğimiz yolu tanımaya çalışıyordum. Bir süre yürüdükten sonra orman yolu yine bana bu evin olduğu yere açılmıştı. Önemsemeden devam ettim ama her defasında olmaya başladığı için isyan ederek etrafa tekmeler savurdum. En sonunda bir köşeye çekilip attığım enerjiyi yeniden toplamaya çalıştım. 

''Lanet olsun sana!'' 

Neden beni burada bir başıma bırakma gereğinde bulunmuştu ki sanki? Gittikçe bitkin düşüyordum bir yere kıvrılıp uyumayı hayal ederken bir yanım bunu yapmamam için adeta bana bağırıyor gibiydi. Gecenin zifiri karanlığında daha yolumu hayatta bulamazdım, korkunç olan yanı su ve yemeğin olmamasıydı. Ev diye tanımladığım kulübeye girip sabahın olmasını beklemek daha mantıklıydı ve öyle de yaptım. Sorun ise yatağı odanın içinde bulamıyor olmamdı ve bu karanlık yerde tek başıma değil gibiydim. Tanrım, belkide yatak sandığım yer aslında kuru zeminden ibaretti... Kesinlikle aklımı kaçırmış olmalıydım. Duvara sırtımı verdikten sonra yere çöküp bacaklarımı göğsüme kadar çektim. Bu şekilde daha ne kadar aklımı yitirmeden dayanabilirdim ki? Umarım birileri beni merak etmeye başlamıştır yoksa sabah da geri dönüş yolunu bulamazsam kesinlikle susuzluktan ölürdüm. Gel zaman git zaman ama öyle ki zaman ne gidiyor, ne de geçmek biliyor... Tarih ile zaman bana olan merhametini kaybetmiş, aynı yerde sabit kalarak bana ihanet bile etmişlerdi. Nedense içimden Tanrı'ya dua etmek gelmiyordu hatta şu ana kadar Tanrı aklıma bile gelmemişti. Omuz silkerek düşüncelerime ara verdim. Odada sadece benim nefes sesim ve kalp atışım duyuluyordu ama biliyordum bu zihnin karanlık varlığı dışında başka bir ruh ile bu odadaydım hatta belkide ben bu köşeye çökmüş iken o da tam çaprazımdaki köşede gölge olarak oturuyordu, kim bilir? Zaman benim için sabit ilerlerken odanın soğuması ile titrediğimi hissettim. Kendimi ısıtmanın yollarını düşünürken daha çok üşümem de günah çıkarma etkinliğim falandı herhalde? Aniden gülmeye başladım, deliler gibi kahkaha atıyordum. Sonra durdum ve yere uzanıp aslında yaşam savaşı vermenin tam da savaşın ortasında kılıcımı Azrail ile tokuşturmuşken fark ettim. Ve kılıcımı indirerek gardımı düşürüyordum, bedenim soğuk tarafından ele geçirilmeye başlamıştı. Belkide artık hayali duyular yaşıyordum? Hayır, kesinlikle toprak altımda açılıyordu, sert bir şey önce boynumu sonra kollarımı ve en son boşta kalan bütün bedenime sarılır gibi beni sarmalamıştı. Çırpınmak için ilk harekete gözlerimi açmakla geçmiştim fakat öyle sıkıydı ki her şey, hareket değil etmek zar zor bakabiliyordum. Beni tutan şeylerin iskelet olduğunu fark edince ise olaylar daha da ilginçleşmişti. Sanki bedenime toprak atıyorlar da canlı canlı gömülüyor gibiydim. Çekildiğim yerden kurtulmaya çalıştıkça daha çok çekilerek dibe giriyordum. Bu kez bedenim tamamen serbestti etrafı da görebiliyordum, burası bir mezarlıktı... Sanki yaşadığım bir anıyı tekrar canlandırıyor gibiydik. Ellerimi serbestçe hareket ettirerek gezintiye çıkmış gibi yürümeye başladım. Ölüler dirilirken bana yönlenmiş bir şekilde yol hazırlığında bulunuyorlardı ki dirilenler çoktan üzerime gelmeye başlamışlardı. Ellerimi, stresten dolayı, devamlı üzerime siler oldum. Ne yapacağımı gerçekten bilemez bir halde yürümeye, adımlarımı hızlandırmaya devam ettim. Sonra karşıma ben çıktım, evet ben kendi karşıma çıktım ama o daha karanlık ve daha berbat durumdaydı. Gözlerinden kan akarken yere çömeldim ve zamanın geçip bu rüyadan ayılabilmek için bir şeyler mırıldandım. Her şey hızlıca önümden geçerken kendimi kusar bir vaziyette, toz toprak içinde kalmış bedenim yere eğilmiş direnirken buldum. Mezarlık yoktu ölüler dirilmiyordu. Ve o an Harry'nin sesi ile Juliana'nın sesini işittim, yüzümde oluşan gülümseme ile içimde hissettiğim o huzurun, yemin ederim ki tarifi yoktu. 

Gözlerimi açmadan önce odadaki konuşulanları dinliyordum. Bayan Blaire'ın azarlayıcı boğuk sesi kulağıma dolarken bunun Harry'e hitaben olduğunu anlamıştım. Ses belirginleştikçe Harry'nin, ''Yapmam gerekiyordu.'' dediğini duydum. 

''Fahişe değilim.'' Dedim, çatlak çıkan sesimle. 

Gözler tamamen benim üzerimdeydi, dirseklerimden destek alarak doğrulmaya çalıştım. Bayan Blaire bana yardım ettikten sonra Harry'e tehditkar bir bakış attı ve odadan ayrıldı. Juliana oturduğu koltukta, kıkırdıyor ve bunu gizlemek içinde eliyle ağzını kapatmaya çalışıyordu. Harry'e tekrar döndüm, gözlerinde acılı bir ifade vardı yinede tekrar söylüyorum 'ona güvenmiyorum.' 

''Seninle o konuyu tartışmayacağım ama neden? Neden, Harry?'' Bunu sormaya son derece hakkım olduğuna inanıyorum. 

''Seninle iyileştiğin bir zamanda konuşalım mı?'' Dedi solgun yüzü daha da solgunlaşarak porselen tabaklara benzemişti. 

''Pardon, tabii... Önce enteresan bir şekilde hayatımın resmedilmiş olduğunu görüyorum ki bu hiç önemli değilken üstüne sen ağlayarak bekaretimden beni kurtarıyorsun ve ah nasıl unuturum gitmen, çıkış yolu bile bana bırakmaman da senden nefret etme dışındaki seçeneği yok ediyor. Çok teşekkür ederim, Harry, elbette ki başka bir zamana erteleyerek konuşabiliriz.'' 

Bu kez Juliana kahkahalar atarak öne eğildi hatta bir ara koltuktan düşeceğini bile sanmıştım. 

''Özür dilerim çocuklar,'' dedi Juliana, Harry ona dönüp 'lütfen' bakışı atınca gözündeki yaşları silip arkasına yaslandı. ''lütfen, lütfen, devam edin.'' dedi teşvik edici hareketler yaparak. 

''Her neyse, boş ver gitsin. Canın cehenneme.'' 

Harry kenardaki küçük boşluğa kendini sığdırarak oturdu. Elimi aldığı an ellerinden elimi çektim, yüzü düşmüştü. 

''Bak, gerçekten ama gerçekten sana açıklayamayacağım şeyler var. Bu tıpkı, tıpkı unutma hastalığı gibi. Sen bir kaza geçirdin ve bazı şeyleri hatırlamıyorsun. Benim yöntemlerim doğru olmasa da sana bir şekilde hatırlatmam gerekti, bak bebeğim... Hatırlaman için her şeyi yaparım ama--'' Bu saçmalıkları daha fazla dinlemeye tahammül edemeden sinirle hareketlendim. 

''YETER! Baksana, neden o masallarını doğrudan anlatmıyorsun. Seni dinlemek istediğimden değil, Harry. Sadece daha komik olabilecek neyden bahsedebilirsin merak ediyorum!'' 

Derin bir of çekip ayağa kalktı. 

''Lanet olası kalbine iyilikle yaklaşmaya çalışıyorum,'' iğrenirmiş gibi tükürdü, ''kötülük zaten sende daha da ters etki yaratıyor... Söylesene, ne yapayim? Sahi ben neden çabalıyorum ki? Evlen git, belki daha mutlu olursun. Zaten ne zaman mutlu oldun ki!'' 

Gördüklerimin açıklamasını bana yap desem yapamazdı sadece aptal aptal karşımda konuşup bana doğan cevap hakkını umursamadan çekip gitti... 


BEĞENMEYİ VE YORUMCUK YAPMAYI UNUTMAYIN TEŞEKKÜRLER, HEPİNİZİ ÇOK SEVİYOREM  NOT: YARIN VE CUMARTESİ PAYLAŞIM YAPAMAYABİLİRİM... :)))X -Lilith

Cold FLOWWhere stories live. Discover now