Bölüm 17

2.9K 73 4
                                    

    Minik kasabada, her gün benzer tonda yaşandığı için, ufak bir farklılık herkesi değiştirir, meraklı kılar. Atiye'nin serüveni de ortalığı meraka boğdu. Sakini fısıl fısıl dalgalandırdı. ''Ne olmuş?, kim görmüş?, şimdi nasıl?.....''

    Cemal, o akşam gördüğü manzarayı, ömür boyu bir karabasan gibi taşıdı boynunda. Gözünün önünden gitmiyordu, aklının kenarından bile geçmeyen olanlar. Her zaman olduğunun aksine, içeri girince farklı bir şeyler sezdi. Rahatsız edici bir sessizlik yüzüne çarptı. ''Atiye!!''.....Sesi bile değişik tınıdaydı. Cevap gelmedi. Mutfağa baktı yok, yatak odasına girdi......Ve genç kadını gördü. Önce öldü sandı. Kırmızı,kocaman bir lekenin ortasında, yüzü donuk sarı yatıyor. Afalladı.....Dokundu, ılıktı.Göğsünü dinledi, belli belirsiz nefes aldığını fark etti. Gözleri iri iri açılmış, yaşamdan ayrılmamakta direniyor. Korktu adam. Dışarıya attı kendini. Çöktü kaldı. Ne yapacağını bilemediği saniyeleri uzun uzun yaşadı. Yerinden fırladı. Yardım getirmeliydi.

      Koşarak kasabanın doktoruna gitti, yok! Evindedir, dedi; oraya koştu ama boşuna. Uzak bir köydeki hastaya gitmişti. Ne edeyim derken, Hanife'yi hatırladı can havliyle. O da anlardı herhal....Yüzü morla sarı karışımı, karnında bir sızı yollandı yaşlı kadına.....

      Bu geç saatte, o bilindik eski, ahşap kapı yine yumruklandı. Hanife, uyku uyuşukluğu ile açtığı kapıda Cemal'i görünce buz kesti:

''-Ne var oğlum?'' derken, sahte, masum ifadesini çoktan yerleştirmişti yüzüne.

''-Koş! Karıma bir şey oldu! Ölüyor!''

''-Doktor Sabri'ye git! Ben ne anlarım!''

''-Gittim yok. Belki sen anlarsın.Kanlar içinde! ölüyor gibi!''

Yaşlı kadın korktu ama, kimse bilmiyordu olanları, sakinliğini korursa kimse şüphelenmezdi kendinden:

''_Az bekle, üzerime bir şeyler geçireyim.''

''-Çabuk! Ölüyor!''

     Hızla evden çıktılar, zaten uzun olan yol hiç bitmek bilmedi. Kaf dağının ardına ulaşmak misali...Yolda rastladıkları tek tük insanlar, hallerinden bir gariplik olduğunu anladılar. Ve bu iki kişinin peşine takıldılar. Yol boyunca Cemal:

''-Ne oldu birden? Ne ederiz şimdi?'' diye sayıklarken, Hanife kaygılı.Eve vardıklarında bir tutam kalabalık olmuşlardı. Yaşlı kadın önde içeri daldı. Baktı, kadın kendinde değil. Gizliden sevindi. Ya konuşup, bir şeyler diyebilseydi!....O zaman her şey ortaya çıkardı da yanardı....Artık kimse durumu kendine bağlayamaz....Muayene eder gibi yokladı, zaten ne olduğunu en iyi bilen kendisiydi. Ve:

''-Şehre götürün. Bu benim anladığım bir şey değil.''

Kalabalık yine dalgalandı.Atıf:

''-Ben traktörü getireyim. Davranın, hemen yetiştirelim!''

   Kısa sürede döndü Atıf, genç kadını kalın bir battaniyeye sarıp, yüklendiler. Yola vasıl oldular, arkalarında binlerce rivayet bırakarak. Hanife, eşini kaybetmiş kara bir yılan gibi, süzülerek kalabalığın arasından sıyrıldı, doğru evine....Bu işten yakasını kurtarmıştı işte. ''Ne bilir ki zaten! Ona  ne!.....''

                                                                                ******

        Güneşin hafiften ılıklaştırdığı günün öğle saatlerinde Reyhan, kayınvalidesi ile anasını ziyarete gidiyordu. Onlar da olanları duymuştu ama, elden ne gelir!....Reyhan: ''Ne kadar kötü, yanlış şeyler etse de üzüldüm. Yazık!'' diye dalmışken, uzaktan kendilerine yaklaşan kalabalığı fark etti. Omuzlarında, kaskatı bir tabut, yavaş yavaş yürümekteler. Karşı yana geçip, yol verdiler bu topluluğa. En önde Cemal yürüyordu. Baktı. Tanıyamadı. O sevdiğinin yerine başka bir yabancı gelmişti. Yaşlı, çökmüş, çirkin yüzlü bir başkası....Kimse anlamasın diye, kaçamak bakıyordu geçenlere. Gözleri birbirini buluverdi bir an. Cemal'de suçluluk ve çaresizlik; kendisinde ağır bir hastalığı geçirmenin yorgunluğu. Yeşil örtülü, tahta kutunun içinde de ahretlik dediği, çocukluk arkadaşı. Tüyleri diken oldu, ürperdi.....Çok üzüntü verseler de yine böyle görmek istememişti, ikisini. Bakışlarını kaçırdı. başını eğdi, kaynanası ile hızlı hızlı yürüyüp geçip gittiler....

       Anası ile Nesrin,bahçede karşıladı konuklarını. Kızı sever diye, erkenden ateşi yakmış, bahçede yufka açıp pişirmekte Gülsüm....Bol peynirli, otlu gözlemeler, sıralarını bekliyor. Nesrin de yardımcı....Neşe ve güler yüzle buyur edildiler ama, hepsinin içinde bir burukluk var. Açık açık söylenmese de akılları hep aynı kötü olayda.....

    Salona geçildi, hal hatır sual edildi. Bebeğe dair sorular..Şükür her şey yolunda....Reyhan'ın  karnı sivrilmiş, artık iyice belli olmakta. Gülsüm:

''-Ne kadar kaldı gelmesine?''

''-İki ayı var Allah nasip ederse.''dedi gelininden önce Ayşe. Devam etti:

''-Hepimiz heyecanla bekliyoruz. Bir an önce doğsa da yüzünü görsek! ''Keyifle gerindi yerinde.

Gülsüm:

''-Açsınızdır, hemen atayım saca gözlemeleri!''dedi ve çıktı.

    Çok bekletmedi, ilk pişeni kızına getirdi tepside:

''-Çok seversin bilirim. Ye hemen, torunuma yarasın.''

Böyle şenlik lafları ile çok mutlu hissettiler. Ardında diğer gözlemeler, sofrada yerini aldı. Karınları doydu, keyifleri daha da parladı. Gülsüm:

''-Nesrin koş, kahveleri pişir!''

Genç kız savuştu mutfağa.Ayşe:

''-Anlat hele! Sen duymuşsundur olanları. Kulağımıza bir şeyler geldi ama, yarım yamalak. Gelirken gördük, camiye götürüyorlardı. Öğle namazından sonra defnederler.''

Reyhan içlendi, o buruk duyguyu yaşadı, yeniden. Gülsüm:

''-Saat kaçtı bilmiyorum. Feryat figan,koşturmalar duyduk. Cemal bağrınıp duruyor. Benim adam da koştu gitti yardıma. Önce Atiye öldü diye duyduk, sonra da yaşıyor dediler. Doktor bulamamışlar, çaresiz Hanife'yi getirmişler. Anlamamış, şehre götürmeye niyetlenmişler. Atıf'ın traktörüne yüklemişler. Vardıklarında, Atiye çoktan sizlere ömür.''

''-Vah vah! Gencecik gidiverdi!''

Gülsüm'ün yüzü gölgelendi,geçmişe gitti. Az mı çektirmişti kendilerine? Bir insanın ölümüne sevinmek olmazdı elbet. Ölüm, bir ceza değildi, herkesin yaşayacağı, kaçarı olmayan ama, aklının bir yanı başka....Hep eskileri getirip önüne koymakta:

''-Dünür! Ölünün ardından konuşmak doğru değil. Ama, rahmetli zamanında  neler etmedi ki!...''

Ayşe, Reyhan suskun, bakışlar dalmış yine. Devam etti Gülsüm:

''-Aman! Anmayalım artık. Allah taksiratını affetsin. Takdir-i ilahi.Canımızı üzmeyelim. Biz bebemize bakalım.''

   Reyhan gülümsedi. Her geçen gün daha da hissettiği can, umut vericiydi. Son zamanlar epey de hareketlenmişti. Karnında durmadan kıpırdamakta....Sali'nin yüzü gülüyor her daim. Kendi de huzurlu.....Anası gittiği odadan çabucak döndü:

''-Torunuma yaptım!'' diyerek, ördüğü minik patikler ile diktiği mintanları gösterdi. Yüzü ışık ışık. Ayşe pek beğendi gördüklerini:

''-Şanslı bebe olacak inşaallah! Sen burada bir yandan hazırlıkta, ben öte yandan hazırlıkta!..''

    Yaşam!!! Ölümün ardı doğum.....Kara gün kararıp kalmamıştı nihayetinde. Her biri kendince, ayrı ayrı mutlu. Ayrı ayrı ama tek bir cana bağlı....Kendilerine düşen tek şey, iki ay daha sabretmek....





SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin