Bölüm 33

2.4K 51 13
                                    

    Ayaza kesmiş bir günün başlangıcında, güneş uzaktan uzağa cılız ışığını gönderdi çekingen. Isıtmayan ama, kara kışta görmenin bile mutluluk verdiği aydınlığı iyi geldi yüreklere. Sarımsı parlaklık içinde barakalar daha şirin göründü. Aslında güzelliği getiren, göç yoluna düşmüş insanların umutlarıydı. Erken saatlerde, yaşamın habercisi olan sesler başladı. Bir kımıltı ardından. Güven içinde uyumanın saadeti ile huzurlu yüzler göründü çevrede. Askerler hiç aralıksız, görevlerinin başında....

     ince dar yolda ilerleyen, asker yeşili kamyonet, bu küçük yerleşim birimine ağır ağır yaklaştı. Yüksek rütbeli olduğu anlaşılan iki subay indi önce. Ardından birkaç kişi daha. Sıra ile birkaç minik odayı ziyaret ettiler. En yaşını almış olanı, her bir bölmede aynı açıklamayı yaptı:

''-Artık öz diyarınızdasınız. Her ihtiyacınız karşılanacaktır. Kahvaltıyı takiben, doktorlarımız sağlık konrollerinizi yapacaktır. Yüce Türkiye Cumhuriyeti'nin koruması altındasınız. Hoş geldiniz!''

Bu açıklama gönüllerini okşadı, eski parlak tarihi günlerin büyük gururunu yaşadılar bir an. Hemen sonrasında, yine kahvaltı olarak sıcak çorbaları dağıtıldı. Ayrılmaz üçlü bir kenarda sırasını bekliyordu. Cemal,Fatma'nın  minik elinden tutmuş, sönük güneşe karşı hava almaya çıkarmıştı. Subayları görünce, durumu anlamış ve küçük kız ile geri dönmüştü barakasına. Çocuğu annesinin yanına bırakıp yemeklerini almak için sıraya girdi. Çorbayı dağıtan, teni buğday rengini almış, güler yüzlü bir Anadolu çocuğu, Cemal'e sıra gelince gülümseyerek:

''-Gününüz aydın olsun. Çok sevimli bir ailesiniz. Benim de memlekette bir çocuğum oldu ama, daha yüzünü göremedim. Kısmetse iki ay sonra yanlarındayım.''

Cemal, kendilerini evli sanan askere, gülümsedi,gerçeği belli etmeden:

''-Sağ ol birader. Umarım tez vakitte yuvana kavuşursun.''

''-İnşaallah!..''

Kısa sohbetin ardından, Aynur'un yanına döndü. Kaba tahtalardan yapılmış, masa benzeri bir uzantıya iliştiler. Kışı yumuşatan taslarındaki çorbaya kaşıklarını daldırdılar. Genç kadın pek mutlu. Cemal, yanlarından hiç ayrılmamış, kendilerine sahiplenmişti. İşte böyle olmalıydı adam dediğin!....Yüreği mangal gibi ,muhtacın yanında, özü de sözü de bir. Bir kere daha hayran oldu adama. Gencecik bir er, kapıda göründü:

''-En kısa sürede, herkes, subay bölmesinin önünde sıraya geçecek. Doktorlarımız gelmiş olup, sizi beklemekteler .Her biriniz tek tek muayene edileceksiniz.!''dedi ve geldiği gibi hızla gitti. İnsanın kendi insanı gibi olur mu hiç!...İyi etmişlerdi iyi!...Orada kalsalardı, Bulgar'ın elinde asimile olacaklardı. Birer ikişer çıkmaya başladılar. Belirtilen barakanın önünde ip gibi sıra oldular. Güneş tepeye yükselmeye başlamış, hatta hafiften bir ısı yaymakta. Dünkü acı rüzgar biraz durulmuştu. Sakin bir sessizlik içindeler. Arada iş gören askerlerin ve yanlarından geçen askeri kamyonların seslerini işitiyorlar. Hafiften don yapmış kar, ışıldıyor,gözlerini kamaştırıyor. Aynur ile Cemal sırada beklerken, Fatma kendince bulduğu oyun ile oyalanmakta. Oradan oraya atlayıp duruyor. Arada:

''-Anne! Bak! Kar pembe, sarı parlıyor. Şurası da kırmızı olmuş! Aaaa! Bakın!''

Kendilerine gelmekte olan kuyruğu görünce Aynur seslendi:

''-Fatma! Hadi gel artık!''

''-Azcık daha oynayayım ne olur!''

Baktı ki çocuk gelmemekte ısrarlı, gidip kucağına alarak geri yerine geldi. Önlerindeki son kişi de içeri girmişti. Artık kendilerinin zamanı gelmişti. Bir süre sonra Aynur, kucağında Fatma ile barakaya girdi. Muayeneden önce, doktorun yanında oturan asker, birtakım sorular yöneltti. Geldiği yeri, adını, ailesini, burada akrabası olup olmadığını....Kadın cevapladıktan sonra doktorun beklediği paravanlı tarafa geçti. Fatma ilk önce kontrol edildi, sonra da kendisi. Görevli er, ikisi için ayrı ayrı belge düzenledi. Önce doktor mührünü bastı, imzaladı, ardından da rütbesi yüksek olan subay. İşleri bitmiş oldu. Fatma'nın elinden tutup dışarı çıktı Aynur. Cemal'in girdiğini gördü. Az ötede, çıkmasını beklediler adamın. Beş on dakika içinde onun da işi tamam oldu. Geriye kalan şey beklemekti artık....

Öğleyi biraz geçerken, uzaklardan ağır aksak ilerleyen bir otobüs göründü. Geldi, durdu. İlk gidecekleri taşıyacaktı. Türkiye'de akrabası olanları. Çünkü onlar için davet mektupları yazılmıştı ve bu, ülkeye girmelerini kolay etmişti. Kim oldukları, kimlerden oldukları belliydi. İkinci sırada Türk olduklarını belgelendiren diğerleri vardı. Birkaç gün içinde, onlar da iskan edilecekleri yerlere taşınacaklardı. Birkaç kişinin ne olduğu anlaşılamamıştı. O yüzden sorguları devam ediyordu. En çok korkulan şey, göçmen gibi ülkeye girip Rus ajanlığı yapan kişilerdi. Bunlar, iç huzuru tehlikeye atarlardı. İşte bu yüzden çok dikkatli olmak gerekliydi.

   Aynur, kendini bu yeni yaşamın güzelliğine bırakmış, rahat. Cemal yanında, kızı az ileride yine kendince oynamakta. Yalnız, aklına takılan soruların cevabını bilmek zorunda. Adama baktı ve:

''-Cemal! Bundan sonrası ne olacak?''

''-Bundan sonra ne demek?''Soruya soru ile cevap verdi adam.

''-Yani biliyorsun, sen.....Ben......Anla işte!...''

''-Aynur! Çok güzel bir kadınsın ama, benim ne olacağım belli değil. O yüzden sana bir söz veremem. Seni ve Fatma'yı sürükleyemem yanımda.''

Kadının gözleri dolu dolu:

''-Dün gece böyle demiyordun ama....''

''-Biz erkek milleti, az çok birbirimizin aynıyız. Gözümüz dönüp de coştuk mu ötesini düşünemeyiz. Anladın mı ne demeye çalıştığımı?''

Aynur, kıpırtısız kaldı. Ağlamayı beğenemedi. Güvenmişti ona. Bu neydi şimdi. Ardından dünün geç saatlerinde yaşadıklarını aklından geçirdi. Fatma uyuyunca,dışarı çıkmışlardı. Cemal, kaldıkları yerin yakınında bulunan, odunların yığıldığı yeri görmüştü. Üst üste konan odunlar doğal bir duvar oluşturmuştu. Tatlı sözler, hafif dokunuşlar ile kendini oraya çekmişti. Öylesine güvenmişti ki adama, o an kendilerini bırakacağını akıl bile edememişti. Durduramadığı bir istek ile Cemal'in olmuştu. Kendi isteği ile hem de en ufak bir zorlama olmadan....

    Göz yaşları artık öfkesinden akıyordu. Hırsla dudağını dişliyordu.

''-Ne aptalım ben! Sana inandım! Güvendim!''

Cemal suskun. Konuşmak istese de ne diyecekti ki kadına!?..Sözcükler tükendi beyninde. Sadece oradan uzaklaşmayı istedi. Her zamanki gibi kaçmak kendine iyi geldi. Kadından uzaklaştı, onu kendi ile bir başına bıraktı....Şunun şurasında öğleye ne kalmıştı? Ağabeysi de gelmiş, askerlerin yanında..Edirne'ye döneceklerdi. Bu ne olacağını bilemediği günlerde, bir ailenin sorumluluğunu yüklenemezdi....



SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin