Bölüm 32

2.6K 54 3
                                    

    Kar yine atıştırmaya başladı. Rüzgar ve soğuk da olanca şiddetiyle eşlik etmekte ona. Kurşini bir renk, kocaman bir perde olmuş, gökyüzünü kaplamış. İnsana sıkıntı veren karanlık bir hava. Daha ortasına yeni gelinen, bitmek bilmeyen bir kışın elinde yollarına devam ediyorlar. Kalabalıktan içerisi epey sıcak, nefesleri ile ısınmışlardı ama, bunaltı veren ağır bir hava vardı içeride. Birbirinden tam anlamı ile ayırt edilemeyen türlü türlü koku birbirine karışmış. Ter, saman,  ekmek,yumurta, ayak, vs. karışıp sanki öldürücü zehirli bir gaza dönüşmüş. Çoğu farkında değil, yerlerinde sabırsız yolun tükenmesini beklemekte. Biliyorlardı ki yolun bitmesi yeni hayatlarının başlangıcıydı....

   Cemal, yerinden kalktı, üst pencerenin dar kısmını açmak istedi. Sıkışmış gibiydi. Bir süre zorladıktan sonra yarıya kadar açabildi. Temiz havaya hasret, bir an yüzünü rüzgara verdi. Aynur, adamı süzmeye başladı.

''-Ne kadar yakışıklı. İlk bakışta fark etmediydim. vücudu da yapılı.Boyu da uzun. Pehlivan gibi. Maaşallah! Ya kolları?! Güçlü, kuvvetli bu kollar bana bir sarılsa.....Eriyip biterim....En çok da gözleri....İçimi kor oldu, eritti. Deli ışıkların parladığı o yeşil gözler....''diye düşünen kadın, adeta kendinden geçti. Daha ötesini düşleyince, hafiften zevkle ürperdi. Buğulu ses ile:

''-Cemal! Çekil artık pencerenin dibinden, üşütüp hasta olacaksın!...''derken aslında söylemek istediği, ''Gel yanıma, özledim şimdiden, sıcaklığını,nefesini '' idi. Adam ardına dönünce, baygın bakışlar eşliğinde uzun uzun baktı ona .Daha doğrusu meramını anlattı. Cemal, o kadar net anlıyordu ki kendine doğru akan elektiriği,bedeni ile duyumsuyordu adeta. Anladım manasında bir gülümseme gönderdikten sonra, yine yerine oturdu. Fatma uyanmış, sıkıntı içinde yanlarında gezinmekte. Aynur'un iri kahve gözlerine daldı Cemal. Kahvenin her tonunu barındıran, kendini içten içe ateşleyen arzuyu gördü. Kolunu kadının omzuna attı. Genç kadın ise daha yaslandı geniş göğsüne Cemal'in. Hafif hafif parmak uçları ile kadının omuzlarını, sırtını okşamaya başladı .Ensesine ufak birkaç öpücük kondurdu .Fark etti ki Aynur'un her bir tüyü ayakta, kendine hazır. Kadının kulağına eğilip:

''-Keşke yalnız olsaydık şimdi''

Kadın istekli, titreyen sesi ile:

''-Keşke!....''dedi ve derin bir iç geçirdi.

''-Sana neler ederdim neler....Beni istiyor musun?''

''-Seni çok istiyorum. Tahmin edemeyeceğin kadar çok istiyorum....''dedi Aynur.

Cemal, devam etmek için ağzını açmıştı ki gözü karşılarındaki orta yaşlı kadına kaydı. Kendilerini izlemekte. Göz ucu ile Aynur'a da bakması için işaret etti. Bunun üzerine, birbirlerinden az ayrılır gibi oldular, hafiften toparlandılar. Ama, hemen ardından bıkkın bir of duyuldu ve aklından geçirmeye başladı Aynur:

''-Hiç rahat yok! Kahretsin! Bu cadoloz niye kendi işine bakmıyor sanki!''Somurtkan bir hal aldı. Gözünü dikti, tam karşılarındaki orta yaşlıya. Bakışları ile hesap sordu, hatta küfür bile etti. İlla her şeyi bozan biri çıkıyordu her yerde. Hırsını alamamışken, bir de ne görsün!...Üzerine hiçbir şey alınmayan kadın, yün hırkasına sarındı, sırtını kendilerine döndü ve uyuklamaya başladı. Daha da öfkelendi Aynur. İşin içine etmiş, bir de uyuyacak. Koluyla Cemal'i dürttü, Onun da görmesini istedi. Adam, kendini tutamadı, bir kahkaha attı. Gerçekten de gülünesi halleri vardı. Yakınlarında oturanlar, garip garip baktılar genç adama. Bir şey anlamadılar. Sıkıntıdan herhalde, deyip yine kendi içlerine gömüldüler....

   Aynur, başını adamın omzuna dayadı. Cemal yine elini hafiften omzuna attı. Hafif sarsıntılarla gitmeye devam ettiler. Tekerlek sesi, rüzgar sesi karışmış. Garip bir ezgi olmuş, çevrelerinde.

''-Herkes toparlansın! Toparlanın! Kısa bir yol kaldı. Sınırda ineceksiniz!'' diye bağırdı görevli.

Aynur, dalgınlığından sıçradı yerinde. Vagonda bir dalgalanma oldu. Herkes çantasını, öte berisini toplamaya girişti. Cemal rahat. Atlattığı kazada neyi var neyi yoksa kayıptı zaten. Kadına ve çocuğa yardıma girişti. Aynur yanındaki iki bavulu tıkıştırdığı yerden kurtarmaya uğraşırken, adam da Fatma'nın paltosunu giydirdi, düğmelerini ilikledi. Trenin giderek yavaşladığını hissettiler. Pencereden bakınca gördüler ki bir geniş arazi, bir şeycik yok.Sanki bir dağ başında,y ine kaderlerine bırakılıyor gibiler. Bembeyaz bir örtü, ilerisinde büyük bir orman. Ve lokomotif tamamen durdu. Uzakta dalgalan Türk bayrağını gördüler. Sınıra gelmişlerdi nihayet. Ufak kafile, treni boşalttı ve kendilerini bekleyen topraklarına doğru yürümeye başladı....

    Sınıra kadar yürümeleri gereken yol aslında kısa değildi. Yayan, iki ile üç kilometre arası uzaklıkta. Diz boyunu bulan karda, bata çıka ellerinde çantalarla, valizlerle yürümek hiç de kolay olmadı, yüzyıllar sonra öz topraklarına dönen göçmenlere. Onca çekilen çileden sonra ,son birkaç kilometre zor gelse de dayandılar....Gözlerini kıstılar esintiye karşı durdular, al bayrağa kenetlenmiş gibi ilerlediler. Kendi vatanları, kendi bayrakları....Her adımda sınır daha da belli oldu. Kendilerine yaklaştı. Türk askerlerini gördüler uzaktan. Ellerinde silahlar beklemekte. Bazıları ağlamaya başladı,heyecandan. Asırlar sonraki bu dönüş, biraz acı, biraz buruk...

Geleceği bilinen bu kafile için, sınırda birkaç baraka hazırlanmıştı evvelden. İlk konaklama yeri bunlardı. Sayılı odalara taksim edildiler. Birkaç görevli, gençten subay karşıladı kendilerini. İsimler yazıldı, bir liste yapıldı. Türkiye'de yaşayan akrabası olanlar tespit edildi. Yarın sabah buluşma yapılacak ve ilk yurda girecekler, bunlar olacaktı. Bir zaman sonra, başka bir asker tek tek dolandı, gelenlere açıklamalar yaptı. Yarın erken saatlerden itibaren, hepsi sağlık taramasından 

geçecekti. Kimliklerin kontrolüne başlandı .Sıkı sıkı verilen emirlere göre dikkatli olunacaktı. Daha önce yaptığı üzere, Bulgar'ın Türk diye getirdiği ne idüğü belirsiz olanlar çıkarsa, kesinlikle sınırdan geçemeyecekti. Dünya savaşı sonrasında, ülkeyi karıştırabilecek casuslara karşı kesin tedbirler gerekliydi. Huzur ortamının bozulmaması için lazımdı, bu....

    Cemal, Aynur ve Fatma, aynı odada beklemekteler. Ortaya kurulmuş, kocaman bir odun sobasına karşı durmuşlar, diğerleri gibi ısınmaya çalışıyorlar. Verilen battaniyelere sarınmışlar. Karınları aç, hem de çok aç. Derken askerlerin getirdiği büyük karavanayı gördüler. Her birine mis gibi sıcak çorba ve  ekmek verildi. Çoğunun, günlerdir ilk defa sıcak bir yemek geçiyordu boğazından. Hepsi memnun. Bir ağızdan dua ettiler:''Allah devletimize, milletimize zeval vermesin!''

    Öz diyarlarında, kendi insanları içinde, güvende olmanın tadını duydular benliklerinde. Bayraklarının sıcaklığına sığındılar o ilk öz vatan gecesinde....


SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن