Bölüm 46

2.4K 42 4
                                    

    Serpil hızla yürürken, sanki hayalini kurduğu dünyaya da o denli yaklaştığını düşünüyordu. Ve her adımda yıkık dökük mahallesinden uzaklaştığını görmek, şehrin varlıklı kesimine yaklaşmak bir o kadar şevkini arttırıyordu. Hak ettiği yaşam buradaydı. Sanki bir yanlışlık sonucu düştüğü izbe sokaktan alınıp bir saraya konuverilecek gibi mutlu....Çok yaklaşmıştı hedefine....Şu andan itibaren de kimse önünde duramazdı. Başaracağına inancı o denli güçlü....

      O, güzel elbisenin bulunduğu vitrinin önüne geldiğinde, mağazanın henüz açılmadığını gördü. Hevesi kırılır gibi oldu. Kendine kızdı hemen sonra. Ne vardı üzülecek, biraz sonra açılacaktı işte...Neyin tasasına düşmüştü? Onca zaman beklemişti, biraz daha beklemek zor olmamalıydı....Ne yapsam, nerede zaman geçirsem diye bakınırken, aradığı yeri gördü. Son zamanlarda çok moda olan pastahanelerden biri  karşısında duruyordu. Birkaç yıldır, gençlerin pek tuttuğu mekanlardı buraları ama, bugüne dek gitmek kendisine hiç nasip olmamıştı. Hep üç beş kuruşun hesabını yapmış, bir türlü denk getirip de ulaşamamıştı....Şimdi gidebilirdi. Parası da vardı. Garip bir hırs ile güldü, insanın imkanının olması, böyle güzel bir şeydi. Hesap kitap olayına girmeden, canı istediğinde dilediği yere gidebilmek....Çantasında taşıdığı, yeşil kağıt parçalarının kendine verdiği öz güven bambaşkaydı. Hatta zirve yapmıştı bunu yaşamakta....Bundan sonra da hep böyle olacaktı....

    Kendinden emin, lüks yerin kapısına vardı. Dünyaya çok yüksek tepelerden bakar gibi oldu bir an. Süslü, narin, cam kapıyı usulca itti. Yerler parlamakta, beyazın en ak halinde. Toz pembe masa örtüleri bulunan, minik oval masalar yerleştirilmiş. Üzerlerinde, minik cam vazolarda çiçekler var. Çok rahat görünen, yine minik koltuklar...Manzarayı seyretmeyi düşündüğünden, cam kenarında olan birini seçti. En zarif hali ile, küçük el çantasını bıraktı, kabarık eteklerini toplayarak oturdu. Dakika geçmeden, temiz giyimli bir garson geldi:

''-Hoş geldiniz efendim! Ne arzu edersiniz?''

Kız kararsız:

''Ne önerirsiniz?''

''-Taze çayımız var, çöreklerimiz fırından yeni çıktı.''

''-Güzel. O halde bana bir fincan çay ve çörek getirin lütfen.''

''Hemen efendim!''diyerek uzaklaşan garsonun kibar halini beğendi. Yarın bir gün ünlü olduğunda herkes böyle olacaktı karşısında. Erkekler ayaklarına kapanacaktı. Arada karşı kaldırımdaki mağazaya bakıyordu.  Henüz kapalı. Saate bakınca, dokuz bile olmadığını gördü. Erken gelmişti ama, olsun!...Kahvaltısını yapıyordu işte, hem de keyifle. Keyif....Şu ana kadar hiç yaşamadığı bir lükstü ömründe.

     Çok küçükken ,kapı önünde, su birikintileri içinde oynamıştı hep. sanki herkes kendi gibi yaşamakta diye biliyordu. Farklı yaşayanları, bir gün tesadüfen keşfetti. Yolunu şaşıran bir otomobil mahalleye gelmişti, şehre nereden gideceklerini soran bir adam görmüştü. O kadar güzel giyinmişti ki ağzı açık uzun uzun seyretmişti. Yanında bir kadın ile kendi yaşlarında bir kız çocuğu da vardı. Onları fark ettiğinde daha da şaşırmıştı. Hiç böyle kıyafetler görmemişti mahallelerinde. Ve o kadar temizlerdi ki içinden gidip gerçek mi diye dokunası gelmişti. O gün anladı ki her insan kendi gibi yaşamıyordu. Her şeyin en iyisine sahip, şanslı kişiler vardı dünyada. Ve o gün kararını vermişti, ne yapıp edecek bu hayata sahip olacaktı. Sonrası bu yolda uğraşmakla geçti. Okumayı öğrendiği sene, bu kadarı yeter, masraf çok deyip okuldan aldılar kızı. Bir işe yerleştirdiler....Hiç kimse, sen ne istiyordun diye sormadı bile. Sabahın erken saatlerinden akşama kadar çalıştı durdu. Eline geçen çok az haftalığı da, evin hiç bitmeyen ihtiyaçlarına takviye edildi. Yine, onu kimse düşünmedi. Sanki asli görevi hizmet etmek gibi davranıldı. On dördüne girdiğinde, diklendi birden. Hep böyle yaşanmazdı ki!!..Hatları belirmiş, güzel bir genç kız haline dönmüştü vücudu. Önce iyi yaşamayı belledi sonra da güzelliğini anladı. Gizli gizli aldığı dergileri, gazeteleri okudu. Haklıydı, gerçek yaşam bu mahallenin çok uzağındaydı. Çayını yudumlarken, bunlar bir bir gözünün önünden geçmekte....

Şimdi ise on altısındaydı. Neyin ne olduğunu iyice öğrenmişti. Hayal sahibi olmuştu. Aslında kendi hedefi ve planları ile mutluydu, ta ki İsmet Bey ortaya çıkana kadar....Beş altı ay öncesiydi. Yine bir fırsat denk getirip sinemaya gitmişti. Yol parası olmadığı için yayan eve dönerken, tesadüfen görmüştü kendini. Evine kadar takip etmişti arabasıyla. Sonraki günlerde ayrılmaz oldu mahalleden. İstemedi adamı. Davul bile dengine çalarken,olmayacak bir iş. Anası ise çok sevindi. Adamın yaşına aldırış etmeden, piyango misali kapıldı gitti. Karşı durmasa, anası çoktan razı, everecekti kızı, dedesi yaşındaki adamla. Serpil istemedi. Gençliğini, tazeliğini yolda bulmuş gibi harcayamazdı. Çok zengin olması, çok yaşlı olmasını tolere etmeye yetmiyordu....Güzeldi, çalışkandı, kendi ayakları üzerinde durabilirdi. Sonra da gönlü kime düşerse, onunla yaşardı,  aşkını, heyecanını, ihtirasını....

     Hiç sebepsiz, ölmüş gitmiş babaannesini, daha doğrusu onun bir sözünü hatırladı:''Yediğim soğan olsun, sevdiğim civan olsun!''Güldü, insan nesli değişmişti. Beklentiler, yaşantılar her şey bambaşkaydı günümüzde. İşte o yüzden gülmüştü. Güzellik, karın doyurmuyor, aşk da öyle....Hele parasızlık, yokluk üst üste geldi mi aşk da güzellik de yok olup gidiyordu. Birkaç, yeni müşteri geldi, masalar yavaştan dolmaya başladı. Serpil, yine bir şeye takıldı. Bu insanlar kendinden ayrıydı. Giyimleri, konuşmaları, hareketleri çok farklı....Kendini o an kötü hissetti. Kaba kaldı yanlarında....Sanki eğreti duruyordu, buraya ait değildi. Belli etmeden seyretti onları, konuşmalarını dinledi. Duyduğu bazı şeyleri hiç anlamadı. Cahilim diye geçirdi içinden....Bunu telafi ederim elbette .Okurum, öğrenirim, diye aklına kazıdı. Bu şarttı. Yarın bir gün ünlü olduğunda, doğru ve kibar konuşmalıydı. Gazetecilerle röportajı olacaktı kesin. Görgüsünü,genel kültürünü arttırması gerekti. Ünlü olduktan sonra yapacağı işlerin birinci sırasına bunu aldı....Mağazanın açıldığını gördü. Nihayet, diye geçirdi aklından. Kibarca koltuğu  arkaya doğru hafif itti. Eteklerini yine düzelterek, yerinden doğruldu. Çantasını zarif bir hareketle kolunun altına yerleştirdi. Girişteki kasaya yöneldi, hesabını ödedi. Omuzlarını dikleştirdi, diz içleri hafif birbirine değecek şekilde yürümeye çalıştı. Bir filmde görüp öğrenmişti. Düzgün bir yürüyüş için bu önemliydi....Hafiften basenlerini sağa sola oynatarak çıktı. Kasadaki adamın kendini tepeden tırnağa süzdüğünün farkında ve bundan hoşnuttu Serpil....

      Sivri uçlu, ince topuklu ayakkabıları ile ufak adımlar atarak, mağazaya yöneldi. Yanından geçen birkaç gencin, beğeni dolu bakışlarını da görmezden gelemedi. Kendince konuştu:''Azıcık bekleyin! Beni bundan sonra, filmlerde, gazetelerde ve dergilerde görebileceksiniz sadece....''

SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now