Bölüm 37

2.3K 48 13
                                    

    Cemal ve Şerif yol boyunca bir daha hiç konuşmadılar. Genç adam, suçluluğun etkisi ile başını cama yasladı uyur gibi ama, uyuyamadı. Gözünün önünden geçen dağları, ağaçları seyre koyuldu, dilsiz kesildi. Şerif, öğrendiklerinden rahatsız, başını diğer yana çevirmiş, sözüm ona ilgisiz görünse de içten içe öfkeli, düşünmekte:

''-Ah benim fikirsiz kardeşim. Neler etmişin elin garibine de farkında değilsin. Böyle yaşamaya devam edersen, seninle işimiz var. Ne yapmalı etmeli, senin başını tez vakitte bağlamalı. Başka yolu yok. İnşaallah o vakte kadar başımıza bir iş açmazsın. Yakışıklısın ve bunun farkındasın. Ne bizim oranın kızları seni rahat bırakır ne de sen rahat durursun. Of! Of! Ne olacak seninle halimiz bilmem!''

   Şerif, bu düşünceler içinde bir of çekerek, koltuğuna iyice yaslandı, gözlerini kapadı, uyumaya çalıştı. Cemal, ağabeysinin bu sıkıntısından haberdar ama, ne desin bilmez. İnsan değişmiyordu işte! Neyse ,o! Lafla, ikazla olmuyordu .Kaçamak bakışları ile uykuya durduğunu gördü, biraz rahatladı. En azından, bir süre, kendisini suçlayarak konuşmazdı. Döndü tekrar, geçen manzaraya daldı. Buraları, yaşadıkları kasabaya benziyordu. Hiç yabancılık hissetmedi. Soğuk, kar, çaresizlik hep aynıydı. Ufak bir mezradan geçiyorlardı, şimdi. Yol kenarında bekleşen birkaç kadın ile çocuk gördü. Dikkatle süzdü .Bu soğukta ne işleri vardı anlayamadı ama ,kadınlardan biri Aynur'u hatırlattı. Bir yandan hayranlık, öte yandan hafif bir öfke ile düşündü genç kadını.....

     Beraber geçirdikleri gece, tam anlamı ile coşku doluydu. Yıllarca bekletilen istek, kendine sunulmuştu. Ve o karşıdan çok sakin görünen kadın, ateş parçası kesilmişti yanında. Hiç böylesini görmemişti şimdiye kadar. Tüm varlığı ile kendini vermişti. Hatta Cemal, bir ara şaşkınlıktan duralamıştı. Aynur, yapışırcasına sokulmuştu tekrardan. Velhasıl, ikisinin de çok mutlu olduğu, dolu dolu saatler yaşamışlardı. Ayaza, bıçak kesilen rüzgara, hatta atıştıran kara aldırmadan.....

     Bir de öfkesi vardı kadına karşı. O güzel saatlerden sonra, ne diye böyle yapmıştı sanki. Aynur'a verilmiş bir sözü yoktu. Parlak vaadlerde bulunup kandırmamıştı. Her şey gönül rızası ile yaşanmıştı. Neyin sorgusunda sualinde şimdi?...En kötüsü de ağabeyisinin  durumu öğrenmiş olmasıydı. Mahçup olmuştu ona. Ne dese olmayacaktı. Susmayı tercih etti.

           Birkaç metre ileride, EDİRNE yazan, bir kısmı kar içindeki tabelayı gördü. Gelmişlerdi sonunda. Biraz daha ilerlediklerinde şehrin ilk evlerini, sokaklarını, kenar mahallelerini gördü. Tıpkı kendi kasabalarındaki gibi, evde sıkılan birkaç çocuk, soğuğa aldırmadan oynamakta. Tek tük insanlar yürümekte kaldırımlarda. Otobüs, daracık yollarda güç bela manevra yaparak, yine bir ara sokağa girdi. İleride, açık bir alan, birkaç otobüs. Anlaşılan garaja gelmişlerdi. Ama orada da durmadılar, bir arka mahallede bulunan, resmi görünümlü, büyük binanın önünde park ettiler. Türk bayrağı dalgalanmakta. Bekleyen erler, kendilerine yol gösterip onları içeri aldılar. Yaklaşık kırk kişi vardı göç edenler. Görevli komutan, her birini kısa bir sorgudan geçirdikten sonra, İkamet edecekleri adresleri, mavi kaplı, kocaman bir deftere kaydetti ve son bilmeleri gerekenleri söyledi:

''-Arkadaşlar, bize bilgi vermeden, başka bir yere gitmeniz yasak. Bunu unutmayın. Bizim halledeceğimiz bir sorun yaşarsanız, çekinmeden buraya gelin. Görevimiz, size yardımcı olmak. Gidebilirsiniz!''

  ''Sağ olun!, Allah razı olsun!''diye minnet bildiren cümlelerle cevap verdikten sonra, her biri kendi yolunu tuttu. Şerif ile Cemal de çıktılar. Uzun denebilecek bir süre, dümdüz konuşmadan, ağabeyi önde, kendi ardında yürüdüler .Bir ara Şerif, yanımdan yürü dercesine kardeşine baktı. Cemal sessiz uydu ona.

Şerif:

''-İleriden sola döneceğiz. Fakir bir mahalle. Hepsi bizim gibi göçmen. Az çok demeden, ne iş olsa çalışıyoruz. Buraya gelince, her şeye yeniden başladık. Çok zor oldu, hala da zor.''

Cemal, cevap vermeden sadece başını sallayarak onayladı. Yeni bir hayat kurmak tabii ki de kolay değildi. Hele cihan harbinin ertesinde oldukça güç. Dünyada ne olacağı belli değil. Yoksulluk, işsizlik diz boyu. Şerif devam etti:

''-Sola dön!''

İlerledikçe, yoksulluk acımasız yüzünü daha açık gösterdi. Gördüklerine tam anlamı ile ev denemezdi. Kulübenin büyükçesi, damları teneke kaplı, iç karartıcı, karanlık,sağlıksız....İçlendi bir ara Cemal. Nereden nereye diye düşündü. Yürümeye devam ettiler. Sonunda çıkmaz bir sokağa girdiler. Şerif, yıkılacak gibi görünen, derme çatma bir evin kapısını çaldı. Kısa bir beklemenin ardında ayak sesleri duydular ve kapı açıldı. Güler yüzlü yengesi kendilerini içeriye buyur etti. Salona girdiler. Ortada bir odun sobası, evi zor ısıtmakta. İki karşılıklı divan, köşede minik bir sehpa....Karşıki divanda oturan iki çocuk, kendilerini görünce ayağa kalktılar. Biri, sekiz; diğeri on yaşlarında. Şerif:

''-Cemal öpsene yengenin elini!''deyince adam kabalığından utandı:

''-Yol sersemliğine ver yenge, kusura kalma. Öpeyim.''

Selma:

''-Hoş geldin! Kusuru olmaz .Geç buyur şöyle.''derken uzattığı elini geri çekti.

Şerif:

''_Çocuklar! Bu, size hep anlattığım amcanız Cemal! Öpün bakayım elini!''dedi ve gururla baktı evlatlarına. Kardeşine dönerek:

''-Yeğenlerin. Büyüğünün adı Mustafa, küçüğün adı Metin.''

Cemal sevinçli gülümsedi:

''-Büyümüşler ağabey, delikanlı olmuşlar! Ne güzel!''

Şerif:

''-Darısı başına. Yengen sana uygun birini bulur, senin de yuvanı yaparız elbette.''

Genç adamın yüzü değişti de sakin kaldı. Ağabeyisi sezmiş gibi üzerine gitmedi, karısına:

''-Açız, Hadi bize bir şeyler hazırla!''dedi, Selma mutfağa gitti. Cemal etrafı incelemeye başladı. Sanki bir sıkıntı gelip içine oturmuştu. Durup dururken, bu evlenme meselesi de nereden çıkmıştı şimdi!...Pencereye yakın, divana ilişti. Arada yeğenleri ile konuşurken arada dışarıya sokağa bakıyordu. Şerif:

''-Hemen dönerim.''diyerek çıktı.

Kendi ise yine sokağa daldı, çocuklarda kendi aralarında konuşmaya daldılar. Beyni,hiç durmadan işlemeye başlamıştı:

''-Böyle bir yaşam istemiyorum. Fakirlik bir yandan, aile sorumluluğu bir yandan sırtıma çökecek. Ben kendime zor bakıyorum. Evlenme neyime!..Tövbe tövebe!...Gelir gelmez duyduklarıma bak!''diye kendi ile konuşurken, Karşı kaldırımda yürüyen, çok güzel bir genç kız gördü. Öfkesi de geçti, düşüncesi de....

Cemal:

''-Çocuklar, bu kız kim? Tanıyor musunuz?''diye sordu Mustafa ile Metin'e.

Metin atıldı:

''-Serpil Abla! Buraların en güzel kızıdır.''cevabını verdi. Cemal memnun, başka bir şey sormadı ama, yüzünde, ancak kendini bilenlerin anlayabileceği, çok şey ifade eden, çirkin bir tebessüm vardı.

   1946 yılı, zorluk dolu, hem ülke hem de dünya için....Yeni bir yön belirlenecekti ama, o vakte dek, insanlar bilinmezin bunalımını yaşayacaktı. Yıllardır çöken kara bulutların dağılmasını herkes sabırsızlıkla bekliyordu.


SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now