Bölüm 89

2.2K 38 1
                                    

     O gün bir garip his ile baş etmeye çalıştı. Heyecana benzer, bulantıya dönük, kuşun kanat çırpması gibi telaşlı ne olduğunu anlatamadığı bir tuhaf hal...Kendi kendine söylendi:

''-Allah Allah! Bu ne şimdi böyle!?''

Ardından günlük işlerini yapmaya yöneldi. En doğrusu bu olacaktı. Kendini biliyordu. O değişik duyguya kapılırsa ta gerilere dönüp  olmayacak yerlere varabilirdi. Oyalanmak en güzel çıkış yolu geldi kendine o an...Önce oraya buraya rastgele atılan eşyaları toplamaya girişti.Çocuklar da geldiği için evin dağınıklığı artmıştı. Bu toplama sırasında neler görmüyordu ki!?...Yenilip bitirilmiş bir gofretin kağıdı, olduğu yere bırakılmış kirli bardaklar, Ali'nin yerde duran gömleği, Ayşe'nin aksi yönlere fırlatılmış çorapları, vs........El alışkanlığı ile kısa sürede toplama işini bitirdi, kirlileri yıkanmak üzere ayırdı...Pencereleri açtı, evin iyice havalanması gerekliydi....Küçük paspası silkeledi, ardından da evi güzelce süpürdü. Sonra mutfağa yollandı. Bulaşıkları lavabonun kenarına düzenledi, derin bir kapta hazırladığı bulaşık suyunda birer birer dikkatle yıkadı, duruladı, sularını süzdürdü, kuruladı ve itina ile yerlerine kaldırdı....Bir yandan akşama ne pişirsem diye düşünmeye koyuldu ki bu her gün yaptığı ve ara ara sıkıntı veren bir düşünmeydi...Dolaba gitti, buzluğa baktı, sarılı haldeki kıymayı çıkardı çözülsün diye. Çocuklar da Sali de sever diye düşündü. Köfte ve patates harika bir ikiliydi. Yanına ayran ve bol salata da yaptım mı bugünü atlattık demektir diye düşündü....Kararından hoşnut bahçeye çıktı. Yine çocukların attığını bildiği ufak tefek çöpü topladı....Ve bu işle meşgul ilerleye ilerleye bahçe kapısına kadar vardı...Rüzgarın toplayıp getirerek yığdığı yaprakları kürekle alıp çöp variline attı...Elinde olmadan bazen gözü dışarıdan gelen geçene kaydı. Dalların oluşturduğu çitin aralıklarından sokağı görmesi zor değildi...Sokağın karşı ucuna ağır ağır gösterişli bir araç girdi, sanki aradığı yeri bulmaya çalışan bir yabancı...Direksiyondaki adam bir başını çıkarıp evlere bakıyor bir de elindeki kağıt parçasına...Reyhan'ın  dikkatini çekti bu yabancı. Kapının yanındaki ceviz ağacını kendine siper ederek izlemeye başladı...Yabancı bir durdu bir yavaşça ilerledi. Nihayetinde karşıdaki boş arsaya park etti. Arabayı kullanan adam indi evvel. Gayet düzgün kıyafetli gençten biri. Arkada oturan ya da oturanlar varsa da tam seçemedi. Şoför, arsada oynayan birkaç çocuğun yanına gitti, bir şeyler sorduğu belliydi. Çocuklarda biri kendi evinin hemen arka tarafını gösterdi parmağı ile. Adam geri döndü ve aracını o yöne doğru sürdü...Artık kadının görüş mesafesinden çıkmışlardı. Reyhan bir an düşündü:

''-Kim acep? Buraya gelenler bellidir ama bunu hiç bilemedim....Amannnn! Boşver! Banan ne! Ben işime bakayım....''

Kalan bir parça yaprağı da topladıktan sonra eve döndü. Tekrar mutfağa girdi. İyice buzu erimeye başlamış kıymayı geniş bir tepsiye aldı. Önceden ıslattığı ekmek içlerinin iyice suyunu sıkıp ufaladı. Yumurtasını kırdı, güzelce yıkadığı maydanozları doğradı, soğanını rendeledi, karabiberini, tuzunu ekledi, kimyon atmak için aldığı kavanozun boş olduğunu fark etti. Bu olmadan köftenin lezzeti eksik kalır, mutlaka katmalı....Tepsiyi bir poşetle kapatıp buzdolabına koydu. Ortada bırakmak akıl karı değildi. Bakkala gidip gelene kadar bir kedi her an dalabilirdi ziyafete....Odaya geçti, Sade bir etek ile yine kendi halinde bir gömleği giydi, saçını şöyle bir taradı, cüzdanını aldı ve evden çıktı. Kapısını kilitlemeye gerek görmedi, gideceği iki adımlık yerdi nasıl olsa....Hem hırsız girse de bu evden neyi çalabilirdi ki?!...Zaten hırsız hangi eve gireceğini bilir, garibanın evinde ne yapsın?!..İçi rahat köşedeki bakkala yürüdü sakin adımlarla...

Bakkal Kamil Efendi, her zamanki gibi küçük taburesinde, dükkanın önünde oturmakta. Kadını görünce:

''-Gel kızım. Ne istemiştin?''diye sordu.

Reyhan:

''-Kimyon gerek. Var mı?''

''-Ben de toptancıyı bekliyorum. Hani oldu sipariş vereli, hala gelmedi. Çoğu şey bitti. Yağ da yok, un da yok, baharat da yok...İstersen bir akşama doğru yine uğra..''dedi ve elindeki gazeteyi okumaya başladı.

Reyhan:

''-Oldu o zaman. Bir ara gelebilirsem bakarım.''dedi ve gerisi geriye isteksizce döndü. Ama düşünmekte:

''-Akşamı beklersem geç olur. Ne yapmalı? Hediye'de var mıdır acaba? En iyisi gidip bir de ona sorayım.''

Kadın, arkadaşının evine yollandı. Yaklaştığında hayretle gördü ki az önceki yabancı araba Hediye'nin kapısının önünde durmakta. Bir kere daha şaştı kaldı. Çekine çekine kapıyı çaldı. Kapı gürültü ile açıldı. Karşısında arkadaşını görünce:

''-Yemek yapacaktım, kimyon kalmamış. Sende var mi diye........''derken cümlesi havada kaldı, sonunu getiremedi. Bacakları kendine ait değil gibi titremeye başlamıştı. Yüzü kağıt gibi bembeyaz. Konuşma becerisini kaybetmiş, donup kalmıştı olduğu yerde. Hediye'nin ardına kadar açtığı kapıdan gördüğüne inanamadı. Hayal mi gerçek mi? Akıl edemedi. Tam karşısında Hediye'nin ardında Cemal duruyordu. Koltuğa kurulmuş, bir şeyler anlatmakta. Ve o da fark etti kadını, lafı ağzında buz kesti...Dünya dönmesini bıraktı, zaman geriye aktı, iki eski sevgili birbirlerine takılıp kaldı...Hediye şaşkın, ne diyeceğini bilmez...İlk toparlanan olarak:

''-Reyhan, gelsene!..Bak kim var? Tanırsın, bizim oralardan, akrabamız Cemal...''diye geveleyerek durumun normale dönmesi için ilk gayreti gösterdi...Reyhan:

''-Kimyon.....Ben onun için gelmiştim....Kimyon....''diye sayıklarcasına bir şeyler demeye uğraştı. İşte o an Hediye onu kolundan yakaladı ve içeri çekti, Cemal'in tam karşısındaki koltuğa oturtuverdi:

''-Sen az otur, ben gidip mutfaktan getireyim.''dedi ve gözden kayboldu. İyilik miydi yoksa kötülük müydü yaptığı bilinmez. Otuz yıllık hasrette onları birbirleri ile başa başa bıraktı ki bu iyi niyet. Yıllarca söndürülmeye çalışılan ateşi körükledi ki bu neye girer bilinmez...

    Umutlar kesilmiş, defalarca unutulmaya çalışılmış, dünya gailesi ile oyalanılmış ama, o yürek yangını tükenmemişti ikisinde de....Bir türlü bakışları ayrılmayı bilemedi....Büyülenmişcesine karşılıklı öylece dalıp gittiler gönüllerine. Neden sonra Reyhan, başını öne eğdi, elleri birbirine kenetli, dizleri bitişik, gözleri ayak ucuna takıl kaldı, bekledi...Onun tek bir kelimesini heyecanla bekledi. Cemal zor duyulur bir sesle konuşmaya çalıştı:

''-Seni tekrar görmek bir mucize. İlk gün, ilk bakış, ilk kalp çırpınışı gibi...Seni görmeyi ne kadar özlemişim bilemezsin....Çok güzelsin, yıllar seni değiştirememiş...''dedi ve duraladı nefes almak ihtiyacı ile.

Kadın:

''-Sen de hiç değişmemişsin......''Sebebini bilmediği bir mahçupluk yüzünden aklından geçen milyonlarca sözcüğü diyemiyordu...Cemal devam etti:

''-Mutlu musun?...Ben de evlendim....''

''Hediye söyledi, duydum. Umarım sen de mutlusundur...Bana gelince....İyiyim....Mutlu da sayılırım....Kocam iyi bir adam...Çocuklarım da var........İşte böyle....''

''-Sana verdiğim üzüntülerin geç farkına vardım....Çok hata yaptım çok!....''

''-Kısmetten ötesi yok. Bizim için ne yazıldıysa onu yaşadık...''dedi Reyhan ve yine başını önüne eğdi.

''-Doğru....Ama en büyük suçlu benim....''diye sayıkladı adam.

Hediye elinde küçük bir tabakla geldiğinde ortamın üzüntüsünü, hasretini öyle yoğun yaşadı ki gözleri dolu dolu oldu ve:

''-Cemal bir hafta kadar burada,işleri varmış.''

Reyhan ağlamamak için kendini sıkarken  aniden ayaklandı, arkadaşının elindeki tabağı aldı hızla kapıya dönerek :

''-Hayırlısı.....''diyebildi sadece ve hızla evinin yolunu tuttu. Bıraktı gözlerini kendi haline....Ağladı...Ağladı....On dört yaşının zehrini varlığının her hücresinde doya doya  tekrar hissetti....Şu dünya denen yerde, sınavların en çetin olanı yüreğine nasip edilmişti...Bir biçare....Otuz yıl...Dile kolay....Kocaman bir ömür....İmkansızlık,hasret ve sevgi dolu......


SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang