Bölüm 93

2.2K 37 0
                                    

    Dağlar sert görünüşü ile çepeçevre etraflarını kuşatmıştı...Köyün yazı başlamıştı ki bu sekiz dokuz ay hasret kaldıkları güneşi görmek anlamına geliyordu...Sakin günler içinde kar ve buzun zorlaştırdığı ulaşım sorununun bir süreliğine ortadan kalkması demekti...Dış dünyaya katıldıkları canlı günler....Yeşillenmiş dağlarda, kendiliğinden çıkan ufacık ama beyaz ve sarı rengin en canlı tonunda biten çiçekleri görmek demek...Uyuşuk yaşamın yerini enerji dolu dirimin gelmesi demek....Mavi göğün altında kaybedilenlerin hatırlanması, yeni beklentilerin yeşermesi demek...

    Ahşap evlerin aralıklar ile serpiştirildiği köyde, bu taze hareketin dışında günler hep aynı ...Doğuştan getirdikleri ayakta kalma dürtüsü ile her biri her sabah neler yapacağına programlanmış...İlk aydınlanma belirtisi ile pembe ve morun karışımında gözlerini açarlar ve çalışırlar. Belki de mutluluğun tanımı buydu onlara göre...Aylarca beklemenin ardından aşklar yine tomurcuklanır, düğünler kurulur ...Dünyanın her yerinde olduğu gibi varlıklarını devam ettirirler...

       Günün ilk saatlerinde bu ahşap, ufak, biraz karamsar ama tam anlamı ile umudunu kaybetmemiş evlerin kapılarından biri, usul usul hafif bir gıcırtı ile açıldı...Gençliğini ardında bırakmış, saçları yer yer beyaz tellerle kaplı bir kadın göründü...Bir iki adımda, duvara sabitlenmiş tahta sedire vardı, usulca çöktü...Dimdik oturuşu ile, gözlerini ufka bağlayıp öyle kaldı...Kendini dinler gibi...Mor ve eflatun gittikçe zayıfladı...Önce kızıllık sonra tatlı bir turuncu ışığı yüzüne vurdu...Aklında dönen hep belli şeyleri tekrar yaşar gibi kaldı yerinde...Son zamanlarda engelleyemediği bir iç hesaplaşmayı döndürüp döndürüp yeniden yaşamaya koyulmuştu..Hayatının anlamını çözmeye çabalayan bir filozof gibi...Biraz insanlara dönük ama aslında kuvvetle kendine bağlı...Yüzü oldukça güzel...Art arda anlaşmış gibi yüzüne gelip yerleşen çizgiler rast gele ve dağınık...Ama yine de hoşluğunu gizleyememiş bir sima...Eli saçlarına gitti. Kocaman bir top şeklinde düzenleyip tepesine iri bir kıskaç ile tutturdu ki bu, incelmiş çehresini iyice ortaya çıkardı...Huzurlu gibi görünmeye çalışıp iç acısını hep saklamış bir insan figürü kesilmişti ömrü boyunca....Yakın zamandan itibaren bu zorlu işten vazgeçmişti kadın....Kendini eskisi kadar güçlü hissetmiyordu....Kolay değil diye geçirdi gönlünden...Onlarca yıl iyiymiş gibi görünmek, çevresine görevlerini layıkı ile yerine getirmek epey yormuştu bedenini ve gönlünü....

      Birkaç yıl önce eşini de kaybetmişti...Bir tek oğlu ile bu dar dünyada, bu zorlu dağ köyünde kalan ömrünü tüketmeye devam ediyordu...Bazen ufacık bir nedenin anlamlı kıldığı yaşam artık beklentisiz ve tatsızdı...Mecbur bırakıldığı bir görev gibi kalan süreyi ayağını sürüyerek götürüyordu...Yaş ilerleyince anlamıştı, genç günlerinde annesinde gördüğü garip hallerin sebebini. İnsan ister istemez değişiyordu...Bir eskide bir bugünde, ne yaşayacağı belirsiz....Gözlerini kapadı, tatlı esintiyi yüzünde duydu....Böyle bir günde oğlunu dünyaya getirmişti...Yine o zamana dönüverdi....

       Sabahın erken vaktinde sancılarla kıvranmaya başlamıştı....Kocası telaş ile önce nereye koşacağını bilememişti. Sonra da tüm komşuların kapılarını yumruklamıştı can havli ile. Kadınlar son yaşananlardan sonra kendilerine uzak kalsalar da koşup yetişmişlerdi yardıma...Adamı kapı önüne oturtup beklemesini tembihlediler de adam duyduğu her çığlıkta öylesine korktu ki anlatılmaz...Güneş tepeye yükseldiğinde, saatler sonra bir bebek ağlaması duyuldu, bağırmalar kesildi...Adam alnındaki terleri sildi, rahatladığını hissetti. Dışarı çıkan kadınlar, bebekle ilgili iyi dileklerini yine mesafeli bir şekilde söyleyip evlerine çekildiler....Ürkek adımlarla içeri girdi adam. Odanın ortasındaki yatağa yaklaştı...Karısı solgun ama gülümsemeye çalışıyor. Yanında sarıp sarmalanmış bebeğe baktı...Kırmızı, gözleri yumulu, uykuda. Kadın fısıldar gibi:

''-Bir oğlumuz oldu...''dedi.

Adam hiç konuşmadı sadece kendine çok yabancı gördüğü bebeğe dikti gözünü...Beti benzi atmış yüzü ile uzun uzun baktı. Kadın huzursuzlandı, konuşma gereği duydu yeniden:

''-Adını koyman gerek...''

Adam olduğu yere yığıldı, bir süre düşündükten sonra:

''-Mihail...Mihail diyelim adına...''dedi ve kendini dışarı zor attı....Kadın suçlu ve boynu bükük odada kaldı....

     O gün yine dertlendi bebesine ilk sütünü verirken...Kendine biçilen yaşam hiç kolay değildi....Köyünde ama gizli gizli dışlanmış, evlenmiş ama alt alta hep suçlanmıştı. Evet, kabul ediyordu, büyük bir hata yapmıştı ama bunun telafisi nasıl olurdu bilmiyordu...Yapabildiği tek şey, her an karşısında kaldığı bu sessiz suçlamalar karşısında oğlu için hayata bir şekilde tutunmak zorunda olmasıydı. Yaptı da bunu...İçinde büyük üzüntüler taşısa da yaptı....Yeri geldi bir günü bir ömür gibi tüketti. Ve zaman geçti, oğlu büyüdü, insanlar bazı şeyleri unuttu gitti. Tekrar sıradanlığın içinde yok olup kaldılar...

      Kadın sırtındaki bir dokunuş ile sıçradı yerinden,boş bulunmuştu...Hafiften dönüp baktığında Mihail'i gördü...Oğlu da yanına oturdu. Gençliğin parlak gülümsemesi yüzünde. mutlu...Sarıldı kadına:

''-Seni öyle seviyorum ki!...''

Kadın sussa da sevgi ile bakıp beklediği karşılığı verdi....En kıymetlisi oğlu...Zaten başka çocuğu da olmamıştı kadının. Bütün yaşamı boyunca Mihail ile teselli bulmuş, onunla oyalamıştı kırgın yüreğini...Şöyle bir baktı ona....Yüzüne baktı oğlunun. Yıllar önce hayatına giren adamın tüm hatlarını gördü. Aynı muntazam çizgiler, aynı çekicilik...Ve gözler...Kudret kalemini öyle kullanmıştı ki bu kadar mı benzerdi ona....Bire bir aynısı....Elanın yeşil ışıklar taşıyan hali...Bu kadarla da kalmıyordu....Aynı uzun boy, aynı ölçülü vücut hatları...Onun ikizi kesilmişti büyüdükçe....Bu benzeyiş ikinci kötülüğü körükledi köyde...Bir zaman fısıl fısıl laflar dolandı ortada...Boris, bir kere daha acının en güçlü halini yaşadı ama sahip çıktı kendine ve oğluna. Sonra insanlar sıkıldı hep bunu konuşmaktan, başka sözlerde unutup gittiler bunu ama Boris hiç unutmadı...Her şeyi çok iyi bellemişti...

         Cemal'in gidişinden sonra kendine tüm içtenliği ile her şeyi itiraf eden Penka ile evlenmişti...Bu dar, küçük köyün tüm olumsuz tepkisine rağmen...Ve kendilerince, bir yanı sakat olsa da mutluluğu yakaladılar...Mihail'in kendinden olmadığını da çok iyi bildi ama ses etmedi...Bir insanı her kusuru ile sevmenin en güç halinde olsa da onlardan asla vazgeçmedi....Baktı, büyüttü çocuğu....Penka'ya ömrü oldukça hep sevgi ile sarıldı....Ve bir gün tükendi...Yatağında hala uyuyor gibi görüntüsü ile, çilesini tüketmiş olmanın hafifliği ile bu dünyadan ayrıldı...

          Penka dertlendi yeniden bunları düşününce....Sonra Cemal'i aklına getirdi....İlk görüşünün titremesini yeniden hissettikten sonra tekrar geri döndü....Aklında hep aynı sorular dolanmıştı yıllarca...Acaba bir oğlu olduğunu bilse Cemal ne yapardı? Geri döner miydi kendine? Veya kendini de beraberinde götürse her şey nasıl olurdu?; vs........Doğduğu bu küçük köyden hiç çıkamadı kadın....Ara ara dillendirilen geçmişe dair söylentileri hep geçiştirdi oğlu üzülmesin diye...Onun büyüdükçe babasına benzemesi is çok farklı bir hal oldu....Kah yapılan hatayı gördü üzüldü, kah onu hep karşısında gördü mutlu oldu...Onca zaman sonra yüreğinde aynı kalan tek şey yine sevdası oldu...

        Cemal, çok farklı dünyasında yaşarken bunlardan hiç haberi olmadı...Geçmişte kısa bir an olsa da buluştuğu insanları çoktan unutup gitmişti...Ayrı, çok farklı yerlerde, birbirinden habersiz yollarına devam ettiler...Cemal, farklı yaşıyordu hatalarının azabını...Çok yakınında ama hep erişilmez kaldı Reyhan....O da hep hasret taşıdı yüreğinde...Tehlikeli, can yakan bir oyuna döndü her şey....Her biri, bir diğerine hasret....Elif ise adlandıramadığı sıkıntısı içinde tüm bunlardan habersiz, ayrı bir çaresize döndü....



SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now