Bölüm 20

3K 69 8
                                    

    1944 kışı, yaşanan olaylar gibi dengesiz. Ağır aksak geçmekte. Kimi gün ılık ve güzel, kimi gün dondurucu. Birkaç gündür, aralıksız kar yağışı var....Yollar kapanmış, insanlar evlerinden çıkamıyor. Ardından dondurucu bir ayaz geldi. Dediklerin göre, kasaba dışındaki dere bile buz tutmuş. Dış dünya ile bağlantı kesilmiş durumda....Evlerinde olanla, adeta yaşam mücadelesi veriyorlar. Eğer bu durum böyle devam ederse, zor günlerin en zoru kapılarındaydı. Açlık, hiçbir şeye benzemez....Ne olacağı bilinmez, idareli gitmek gerekti....

    Kar ve buz içindeki yollar terk edilmiş gibi. Mecbur kalmadıkça, kimse dışarıya çıkmıyor. Doğru ise, geçen gün kasaba yolunda birkaç kurt görülmüştü. Aç hayvanlar, ateş edilince, dağılıp gitmişlerdi. Ama, yine gelebilirler....Doğruysa....Çünkü yapılacak farklı bir şey bulunmayan, küçük yerlerde abartılı söylentiler hep olmuştur. Düşen yaşam ritmini yükseltmek istercesine. Elbet gerçek de olabilir. Daha önce de aç hayvanların ormandan çıkıp geldiği vardı.

    Reyhan da evinde. Gürül gürül yanan ocak, evi ısıtmakta. Kayınpederi, günlerdir evde sıkıldığından, laf dinlememiş, kahveye yollanmıştı. Sali, işine gitmiş. Kaynanası Ayşe ise, doğduğu günden beri bir an gözünden ayırmadığı minik Ali'nin yanında. Aslında böyle olması iyiydi. Genç kadın kendisiyle kalabiliyordu. Pencerenin önündeki mindere çökmüş, gözü dışarıda. Ufak bir kırıntı bulmaya çalışan minik kuşlara daldı. Oradan oraya sekiyorlar. Umut dünyası. Bir ekmek parçası bulmak, büyük nimet....Acıdı onlara. Mutfaktan aldığı bir parça ekmeği, minik parçalara böldü. Avlunun ortasına attı. Adeta sürü halinde, hemen fark ettiler nasiplerini. Hatta uyanık olan birkaçı, diğerinin gagasındakini kapmaya kalkıştı. Ufacık didişmeler yaşandı. Reyhan gülümsedi. Kısa süre dursa da bahçede, üşüdü. İçeri kaçtı. Ocağın başına çöktü bu sefer. Sanki iliklerine kadar ısınmak istedi. Ayşe:

''-Hızla büyüyor, delikanlı olacak yakında maşaallah! Ama, büyüdükçe kıpırtısı artıyor.'' dedi çocuğu göstererek.

''-Çok şükür sağlıkla doğdu. Dünyaya gelen büyümekte. Varsın yaramaz olsun, canı sağ olsun.'' cevabını veren genç kadın, henüz on altı yaşına girmişti. Yaşadıkları bazen oyun gibi geliyor. Küçükken yaptıkları gibi. Anne olmuştu yine. Fark, çocuk gözünün pembe rengine, gerçek renklerin karışmasıydı. Umarsız günler geride kalmıştı. Sorumlulukları vardı. En başta geleni de bebeğini ve Sali'yi mutlu etmek. Garip diye düşündü .Daha düne kadar, annesi üzerine titrerdi, kendi çocuktu. Tekrar gitti, pencere önüne çöktü. Gözü, yerde cansız yatan bir kuşa takıldı, üzüldü. Zayıfların bu yaşamda yeri yoktu. Aklına Atiye geldi. O da zayıf, o da hırsının kurbanı. Peşinden yine Cemal'i anımsadı, ince sızısı geldi yine yüreğine oturdu. Nöbet gibi ara ara yaşıyordu bunu. Biraz arası açılsa unuttuğunu düşünüp rahatlarken, birden çökünce kötü hissediyordu. Başını öne eğiyordu. Sanki evdekiler, yüzüne bakınca neler düşündüğünü anlıyor gibi, yüzünü ve gözlerini saklıyor. Bir yıl geçmişti ama, bu buhranların üstesinden gelemiyordu .Ve beraberinde suçluluk duygusu. Bazen, kendine sevgiyle kucak açan bu insanları kandırdığını düşünüyordu. Ayrı bir üzüntü konusu....Elinden gelmiyordu ki engellesin....Bir unutmuş gibi, bir ağır suçlu gibi yaşamak....Zordu elbet. Ama, öylesine de genç....İçindeki deli çırpıntılar durulmamıştı henüz. Olgunluğa erişmiş, durgun bir deniz olmaya epey vardı daha....

    Ayşe'nin sesi duyuldu:

''-Hoş geldin Bey! Çabuk döndün. Hayırdır!''

''-Pek hayır değil. içeri girelim önce. Dondum eve gelene kadar.''

Yaşlı adam, ocağın dibindeki sedire çöktü:

''-Allah'ın hikmetinden sual olmaz!''

Ayşe:

''-De hele ne oldu?''

''-Sorma, Türkiye'ye gidenlerin bindiği tren var ya!''

''-Eee var! Ne olmuş?''

''-Raylardan çıkıp, devrilmiş. Kahvede anlattılar ama, kimse tam olarak nasıl olmuş bilmiyor.''

''-Vah vah!!''

''-Ölenler varmış. Vagonun altında kalıp ezilmişler.''

''-Vah başımıza gelenler! Bu kışta kıyamette, neler gelmiş insanların başına! Allah yardımcıları olsun!'' Bir sessiz kalıştan sonra, normal güne döndüler.

Bu işler böyle,önce duyup üzülürler sonra dünya gailesine dalıp unuturlar. Reyhan belli etmese de sürekli Cemal'i düşünmekte. Onun bindiği tren olmalıydı bu. Çünkü seferler belliydi. İzin çıkmadan yeni sefer yapılamazdı. İçine bir acı çöreklendi. Acaba Cemal'i sağ mı? yoksa öldü mü?Beyninde durmadan aynı şeyi döndürüyor: ''-Ne olur Yarabim! Ölmesin! Bir kere daha yüzünü görmeden olmaz!''Gözleri doldu, görülmesin diye, çok önemli bir işi var gibi odasına geçti. Yalnız kalmalıydı.

    Ayşe bu halinden işkillendi. Ardından yetişti:

''-Ne oldu kız?''

''-Hiç! Ali'ye bakayım dedim.''

''-Bak ne güzel uyuyor. Gel de babanla bana bir kahve pişir.''

''-Olur ana, Hemen!''

    Reyhan, mutfağa yollandı. En azından kahveler olurken kendiyle kalacaktı. Sözüm ona kahve ama, kendi çok uzakta....Elleri titriyordu. Cezveyi yere düşürdü, bir fincanı kırayazdı....

     Gönül bu dünyadan ayrı bir alem .Unutulup gitti derken, belirir sevda karşınızda. Yüzsüzce, dolanır ayağınıza. Bir ileri bir geri olur düşler .Görülmese de hep değerlidir .Ve daima iyi olması temenni edilir. Canlı yakınlara inat, uzaktaki daha diri kesilir....Yüreğin bir kısmı hep ipotekli. Ve gerçeklere inat, bir hayal sürekli yaşar. Hayalin yanı başı umut kesilir. Yaşamlar tükenir de son ana kadar ümit tükenmez. Her an, bir mucize olması beklenir. Bir kere daha, belki de son bir defa görme isteği sarar her yanı....

''-Reyhan nerede kaldın? Olmadı mı daha kahveler?''

Genç kadın, birden silkindi dalgınlığından, umudu yüreğine emanet etti. Kahve tepsisi ile salona yollandı. Belki yeni bir şeyler duyardı, içi rahatlardı. Fincanları verdi ve bir kenara çekildi. Zihni durmadan çalışıyordu: ''-Sağdır, ölmemiştir. Belki, kazadan dolayı geri döner kasabaya. işte o vakit arada bir olsa da uzaktan görebilirdi Cemal'i.....''İçine bir serinlik geldi, kendini avuttu yine......

   Ali'nin ağlamasını duydu. Uyanmıştı. Koşturdu yanına. Kucağına aldı. Acıkmıştı besbelli. Emzirmeye koyuldu. Oburca karnını doyuran bebeğin yanağını okşadı. Öyle hareketsiz kaldı. Bu minicik şey, kendisi için en güzel uğraşıydı. Bu sayede, zamanın nasıl geçtiğini unuttuğu bile oluyordu. Halinden memnun....

   Her durumun bir güzel yanı var. Olmasaydı belki de insan nesli tükenir gider. Rivayete göre, dünya kurulduğunda ölümü, hastalığı, dağlar taşlar bile kabul etmemiş de insan sahiplenmiş. Doğası gereği bugün ağlayan kişi, yarın yeniden yaşama sarılıveriyor. Yaşamak isteği her zaman güçlü ve baskın....

SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin