Bölüm 47: EZBER BOZAN

1.8K 164 242
                                    

Selamm😇😇
Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın🧡
İyi okumalarr!!

"Yalan söyleme bana gözlerin anlatıyor her şeyi."
__________________________________

🛞

(Hüsnü Arkan, Birsen Tezer – Hoşgeldin)
(Athena – Yalan)

Onu fiziksel olarak beğendiğimi çok uzun süre inkar ettim, kabul etmeye başladığım andan beri de gözlerimi ondan alamıyordum.

Kalbinin güzelliğini fark etmemle dış güzelliğini fark etmem aynı zamana mı tekabül etti?

Hangisi daha önce oldu bilmiyorum önemli de değil, bir baktım onun güzelliği daha önce bildiğim bütün ezberleri unutturmuş. ,

Mesela uzun tırnaklı, renkli ojeli kızları beğeniyorum sanıyordum onun ojesiz ellerinden çıkan Old Fashioned'ı içip, avuç içlerini sert sakallarımda hissedene kadar.

Sarışınlar her zaman ilgimi çekerdi, ilgim onlara akardı ta ki onun siyah dalgalarının bir yastık üzerinde bıraktığı şekilleri görene kadar.

Ona dair her şey bana dair her şeyi değiştiriyordu ve ben bu değişimden kaçmak yerine ona sığınmak istiyordum.

Yüzünde utangaç bir gülümseme siyah gür dalgaları omzundan deri ceketinin üstüne dökülürken ona çok yakışan kırmızı rengin başka bir tonuyla karşımdaydı. Yüzünde doğal güzelliğinden ayrı özenilmiş bir makyaj ve bunun özgüveniyle kendini beğenen bakışlar vardı.

Onu bir aynanın önünde bu gece için hazırlanırken düşündükçe içimde kıpırtılar oluşuyor olduğum yerde zıplamak istiyordum. Üstüne giydiği her parçanın, yüzüne sürdüğü her şeyin kendi istediği için olduğunu ve sonrasında pişmanlık duymayacağını bilmek her şeyden daha çok mutlu ediyordu beni.

Beynim ben hüküm vermeden ona doğru atılmış, onu kollarının arasına alabileceği en ufacık anı bile kaçırmamıştı. Ben onu bırakmaya daha hazır değilken belki kırk yılda düşünsem aklıma gelmeyecek şeyi söylemiş ve Dünya ile ilk randevumuzun başlangıcını bir kadın iç giyim mağazasında yapmıştık.

Ne zaman, 'Tamam ya artık Dünya'nın sağını solunu kestirebiliyorum.' desem asla kestiremediğim bir tarafıyla karşılaşıyordum. Bu bilinmezliği seviyordum onda.

Ara ara laflarının arasına sıkıştırdığı Kürtçe kelimeler gibi, anlamını bilmiyordum cümlede kullandığı yerlerden ya da kulak aşinalığım olan diğer kelimelerden çıkarmaya çalışıyordum. Onunla sohbetlerimin bile bir bulmaca gibi olmasını seviyorum. Bu yüzden Ayça'dan bahsettiğinde hem sevindim şaşırdım. Sevindim çünkü artık kaçmıyordu, saklanmıyordu açık açık bana soruyordu, şaşırdım çünkü bunu yapacağını yine tahmin etmezdim. Benden kaçacağından değil, kendininkileri göstermekten kaçacağından dolayı beklemiyordum.

'Benim bu denklemde yerim yok.' dediğinde daha fazla o masada oturmak istemedim, ama kalkıp giderek ona bu saygısızlığı da yapamazdım. Sonuçta ben yapmıştım, onu bu duruma ben düşürmüştüm. O bunu duyduktan sonra hala karşımda oturabiliyorsa ben de bana sıraladığı her cümleyi sırtımda taşımak zorundaydım.

Ölüleri rahatsız etmekten korkarcasına bir mezarlıkta yemek yiyorduk, birimizin tabağında biten cesaret öbürünün tabağında artıyordu. Ama ikimiz de aynı anda aynı şeye cesaret edemiyorduk.

Konuştukça ve o gitmesin diye neden yaptığımı anlattıkça kendimi Dünya'nın karşısında kendimi nasıl bir pozisyona soktuğumu görüyordum. Beş para etmez herifin teki diyordu belki benim için ama ben utanmıyordum. Yaptıklarımdan utanıyordum da bunları Dünya'ya anlatmaktan utanmıyordum. İçimden ona doğru akan o kadar duygu vardı ki dürüstlük de bu selin arasına karışmış ne var ne yoksa önüne katarak gidiyordu. Barajlarımın bütün duvarları yıkılıp Dünya'ya kavuşmak için çaba sarfediyordu sanki. Gözlerinde görmeyi beklediğim nefretin yerini hayal bile edemeyeceğim bir sevgi alıyordu ve ben siyahın bu kadar mutlu eden bir renk olduğunu onun gözlerine baktıkça anlıyordum.

Bir Gençlik HikayesiWhere stories live. Discover now