-FİNAL-

41.4K 2.2K 1.1K
                                    

.

Zaman tıpkı bir şelale gibidir, evrenin büyülü sessizliğinin içinde barınan tek ses, tek soluktur. Yaşamın üstesinden gelebilir, şelaleden akan sular gibi kayalıklara çarpabilir ve eğer onu kullanmayı öğrenirseniz güldürebilir, kazandırabilir. Zaman bir rehber gibidir. Nerede veya nasıl olduğu önemli değil, aynaya her baktığımızda kazandığımız değişimleri fark eder, kendimizi keşfe çıkarız. Hayatı keşfederiz. Yaşamayı, sevmeyi ve minnet duymayı keşfederiz.

Benliğimizde yaptığımız bu heyecan verici yolculuk bizi iyiliğe sürüklemelidir. Sevgi dolu olmaya, nazik olmaya, empati kurabilme becerisi kazanmaya itmeli ve bizi erdemli bir insan haline getirmelidir.

Benliğini keşfedemeden olgunlaşmış kişilerin sonu ise ızdırap, acı, keder ve hissizlik olur. Sonuncusu muhtemelen bir insan için en kötü olanıdır.

Şimdi tanıdığım, aslında belki de tanımadığım, zira geçen yıllar içinde kendi kendini bile tanıyamamış en hissiz insanın yanına gidiyorum.

Öz annemi görmeye gidiyorum.

Hava, şartlar göze alındığında olması gerektiğinden daha serin. Buna rağmen üstümde ince bir gömlek var. Çevremdeki çoğu insan da benden farksız fakat onlara nazaran ben soğuğun biraz daha farkında gibiyim; bu belki de biraz psikolojimden kaynaklanıyordur. Kim bilir? Yerine getirmekten çekinmediğim ama bir o kadar da gönülsüz olduğum sorumluluğuma doğru yol alıyorum.

Anonsu duyana kadar metroda neredeyse uyuyacaktım.

Şuursuz bir şekilde iniyorum. Soğuk bir kez daha ve bu sefer güçlü bir şekilde tenime çarpıyor. Köşede, başını okuyamadığım bir tabelada ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesi yazıyor. Muhtemelen doğru yere geldim, diye düşündüm. Bunu Serenay'a gururla söyleyecektim çünkü adresi bana on beş kez açıklamak zorunda kalmıştı.

''Bunu tek başına yapmak istediğinden emin misin?'' diye sormuştu bir gün önce. Emin değildim ancak aksini söylemek benim için daha hayırlı olacaktı. Buraya tek başıma gelmeli, onunla tek başıma konuşmalıydım.

Hastanenin bahçesi hayal ettiğimden daha farklıydı; değişik heykeller ve yürüyüş yapan hasta sayısı yok denecek kadar azdı sanki. Sadece sağ tarafta yeni boyandığı hemen anlaşılan büyük bir çeşme vardı. Musluklardan biri tam kapatılmamıştı, etraf o kadar sessizdi ki suyun hafifçe damlama sesi bana kadar geliyordu.

Binaya girer girmez sekreter olduğunu tahmin ettiğim orta yaşlı bir bayan benimle konuştu. ''Buyrun, neye bakmıştınız?''

Annemin adını ve soyadını söyledim. Kadın bilgisayardan bir şeyleri kontrol etti, bana anlamadığım birkaç kelime mırıldandı. Ardından bana ikinci kata ve on dört numaralı odaya gitmemi söyledi. Daha çok otelde gibi hissetmiştim.

Ayaklarımın geri geri gittiğini itiraf etmek zorundayım. Hayır, elbette ondan çekinmiyorum. Sadece onun hala annem olan tarafından çekiniyorum. Tabi eğer hala öyle bir tarafı varsa.

Kapıyı hiç düşünmeden tıklatıp içeri girdim. Oda büyüktü. Gözüme ilk çarpan şey duvara sabitlenmiş büyük televizyon olmuştu. Bir arap kanalının açık olduğunu alttaki yazılardan anlamıştım ama sesi sonuna kadar kısıktı.

Sonra annemi gördüm.

Hemen yanında yatağı olmasına rağmen yandaki ufak sandalyede, iki elini dizlerine koymuş halde boş boş televizyona bakıyordu. Geldiğimi fark etmişti ama bana bakmak istemediği belliydi. Yüzü pek değişmemişti. Her zamanki gibiydi ve solgun falan da değildi.

Yatağına kadar gidip oturdum. Ona bakmıyordum, o da hala bana bakmamıştı. İlk sözü ben söylemeyecektim. Bu yüzden inatla beklemeye hazırdım ancak bu bekleyişim çok da uzun sürmedi.

TelekineziWhere stories live. Discover now