Bölüm * Bonus *

28.3K 2K 177
                                    




pazartesiye kadar bölüm yazmayı düşünmüyordum ama dayanamadım yine :)

kısacık bonus bir bölümle geldim kınalı kuzular

bakalım beğenecek misiniz?

keyifli okumalar...

selam ve dua ile..

***





Yaklaşık on kişilik tam teçhizatlı, askeri üniformalı bir grup çorak arazide ilerliyordu saatlerdir.

" Şu ebesini öptüklerim de böcek gibi saklanıyor yemin ederim. Elimizdeki koordinatlar bile yetmiyor bulmaya." Diye söylenmeye başladı komando Kenan. Askeri botların içindeki ayakları dışarıdaki havanın ayazına inat harlı ateşe oturtulmuş bir tencerede pişiyordu sanki.

Hamza gerisine baktı. Kenan'ın dışında ekibin geri kalanının yüzlerinde yorgunluk ifadesi vardı. " Arkadaşlar, çay molası. Biraz dinlenelim." Dedi tek tek her bir adamını anlayışla süzerken. Çamurlu arazide bata çıka ilerliyorlardı. Kış güneşi tenlerini yakarken kuru ve soğuk hava yüzlerini kaplayan siyah berenin altından bile yakıcı bir ateş gibi yalıyordu yanaklarını. Zor şartlara alışık da olsalar gittikleri operasyon için enerjilerini tüketmemeleri gerekiyordu.

Herkes çorak arazide bulabildiği geniş bir kayanın arkasına ikişer, üçer mevzilenip dinlenmeye başladı. Sırt çantalarını yere yığan askerler kendilerince içecek, yiyecek çıkarmaya başladılar.

Kenan komando bulduğu çalı çırpı ile küçük bir ateş yaktı hemen. Üzerine de yanından ayırmadığı cezvesini yerleştirdi, içine su koydu. " Dağ koşullarına alışılıyor da şu sallama çaya bir türlü alışamadım komutanım." Dedi söylenir gibi. Bir yandan çantasından çay paketlerini çıkartıyordu, çok ciddi mühim bir iş yapar gibi bir düşünceli hareketlerle. " Bir çay ister misin?" diye sordu Kenan komando yanında dalgınca oturan Hamza'ya. Hamza " Olur." Dedi başını sallayarak.

Sırt çantasını açıp haki yeşili atkısını aldı eline. Omuzlarında aşağıya salına salına serdi vücuduna. Üşüdüğünden yapmıyordu bunu. Hamza komutan üşümezdi alışıktı bu hava şartlarına. Ama İçini ısıtıyordu bu atkı. Daha önce hissetmediği garip ama güzel bir duygu yayılıyordu bedenine.

" Onu mu düşünüyorsun?" diye sordu Kenan elindeki fincanı Hamza'ya uzatırken. Hamza yok diyecek oldu ama Kenan devam etti." Ben seni böyle dalgın görmemiştim aslanım. Bilirim ben bu düşünceli halleri. Sevdiğini mi özledin?" Kenan komando yaşça Hamza'dan büyük, tecrübe olarak Hamza'dan ileri, rütbe olarak Hamza'dan düşüktü. Ama dağda rütbe yoktu. Dağda herkes şehadete susamış vatan evladıydı. Kardeşti, yoldaştı, aileydi.

Hamza derin bir nefes aldı. " Yok be abi. Operasyonu düşünüyorum. Molayı uzatmamak lazım, Zaman lehimize işleyebilir. Ama asker yoruldu durmasak da olmazdı." Dedi sanki bunları düşünüyormuş gibi. Aslında otomatik olarak düşünüyordu hepsini. Ama aklında etkili bir yağmur vardı kafasını meşgul eden. Düşüncelerini ıslatan.

" Sevmek güzel şey be aslanım. Seveceksin tabi. " dedi Kenan Hamza'nın sırtını sıvazlarken. Bir abi gibiydi buradaki varlığı Kenan'ın, Hamza için.

" Bizim kalbimizde önce Allah sonra vatan aşkı var be abi başka sevgiye yer kalır mı?" dedi Hamza dertli bir şekilde. Çayından bir yudum alıp çorak arazideki çıplak dağlara baktı. Her an tetikte olmak için etrafını kolluyordu bir yandan da.

" Olmaz mı aslanım? Senin kalbin o kadar küçük mü? Devletini sığdırmışsın o kalbe, milletini, ananı, babanı, Peygamberini Yaratanını sığdırmışsın. Geniş bir ülke olmuş, büyütmüşsün bu yaşa kadar. Sevdiğin kadını mı sığdıramayacaksın aslanım? Sen fark etmeden o sızar sığışır bir yerlere zaten? Hiç merak etme " Elindeki bardağı Hamza'ya doğru uzatıp devam etti konuşmasına. " Kalp bu, çay kupası mı ki dolunca taşsın?" Dedi gülerek.

Hamza da tebessüm ederek karşılık verdi Kenan'a. " Biz vatan için, şehadet için gedik be abi. Ölmek için çabalıyoruz. Ardımızda gözü yaşlı bir kadın bırakmaya hakkımız yok bizim." Dedi omuzlarından sarkan atkıyı burnuna doğru götürüp koklarken.

" Öleceğiz diye yaşamayalım mı be aslanım? Sevdiğimizin yüzüne elimizi sürmeyelim mi? Cennete mi erteleyelim hepsini? Bu kadarına da hakkımız vardır elbette. " dedi Kenan keyifle. Çayı bitmişti. Bardağını ve cezvesini çantasına koyuyordu. Zorlu koşullarda çayı da böyle hızlı içmekten hoşlanmıyordu. O uzun çay sohbetlerini seviyordu. Özellikle sevdikleriyle, karısı çocuklarıyla olduğu bir kahvaltı masasında mesela...

" Yaşayalım abi yaşayalım. Ama önce gidip şu şerefsizleri alnından işaretleyelim de keyfimiz yerine gelsin." Dedi Hamza bir eliyle takıma yola devam ettiklerini haber vermek için işaret ederken.

Aldıkları koordinatlara yaklaşmak üzereydiler. Zorlu arazi şartlarında araba ile ilerleyemedikleri ve helikopterin dikkat çekmesini istemedikleri için saatlerdir yürüyorlardı. Her an tetikte bekleyerek bir gözcü, nöbetçi olması ihtimaline karşı dikkatle ilerliyorlardı.

Dağlardaki sayısız mağaralarda saklanan vatan hainlerini bulup ellerindeki köy korucusu ve doktoru kurtarmaları gerekiyordu. Ama bunlar Kenan komandonun dediği gibi böcek gibiydiler. Bir deliğe saklanmak ve günlerini b.k böceği gibi geçirmek en büyük marifetlerindendi. Ve geriye kalan tek özellikleri de şerefsiz olmalarıydı.

Hamza birkaç metre ilerledikten sonra karşı tarafta bir hareketlilik fark etti. Eli ile takımına haber verip siper aldı. Elinde tuttuğu geniş namlulu keskin nişancı silahının dürbününden bakarak o tarafı kontrol etti. Etrafı kolaçan eden gözcüyü net görebiliyordu şimdi.

Telsiziniz açıp diğerleri ile iletişime geçti. " Bir gözcü on metre uzakta, ikinci gözcü kırk beş derece batıda birkaç metre uzağında. İkisi de görüş alanımda." Dedi önce. Silahının namlusunu iki hain arasında çevirdi kısa bir süre. " hedeflerden biri menzilimde, Tetikte olun diğeri koşmaya başladığında Murat indirirsin." Diye devam etti. Telsizden " Anlaşıldı komutanım." Diye bir ses geldi.

Bir besmele çekti Hamza ve " Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum,ve mâ remeyte iz remeyte ve lâkinnallâhe remâ, veli yubliyel mu'minîne minhu belâen hasenâ,innallâhe semîun alîm." (Enfal suresi 17. Ayet) Diye mırıldandı ve gözlerini hedefe kilitleyip tetiğe bastı.

İlk vatansız hain yere yığılmış diğeri onun yere yığıldığını görünce şaşkınca bakmaya başlamıştı. Tam vücudunu geri çevirip bir mağaraya doğru yöneldiğinde ikinci gözcü terörist de ne olduğunu anlamadan kendini yerde bulmuştu.

Şimdi mağaradan kendini atıp oraya buraya silah eden onlarca hain vardı dışarıda. Hedeflerin hepsi tek tek yere indirildi özenle. Mağarasından çıkmaya cesaret edemeyenler için de yakın dövüş merasimi hazırlamıştı Hamza ve takımı. Yaklaşık on teröristi paketleyip Cehennemdeki ebedi ateş çukurlarına göndermişlerdi. Ve bir o kadarını da arkadan kelepçeleyip yanlarına almışlardı ganimet olarak.

Kaçırılan korucu yaralı, doktor yorgundu. Takımındaki adamları kontrol etti Hamza. Birkaç hafif yara haricinde zayiat vermemişlerdi. " Elhamdülillah." Dedi hepsini kontrol ederken. " Bu görevden de alnımızın akıyla çıktık yiğitlerim. Gazamız mübarek olsun inşallah."

" Vatan sağ olsun komutanım." diye senkronize bir şekilde karşılık verdi takım arkadaşları komutanına. " Vatan sağ olsun!"

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now