Bölüm * 38 *

17.5K 1.6K 185
                                    

       

selam kınalı kuzular

açıklamayı sona bıraktım bu sefer

keyifli okumalar...


**



Göz kapaklarım bir ton ağırlığındaydı sanki. Tüm gücümü onları kaldırmak için kullansam da ağır ağır, nazlı nazlı açılıyordu bir türlü hükmedemediğim gözlerim. Evet, ne de doğruydu; insanoğlu göz kapağını bile kaldırmaktan acizdir diye okuduğum o cümle.

Gözlerimi açtığımda dünya bulanık bir manzara gibiydi. Ayılamıyordum sanırım. Bulanıklığın içinde hareket eden bir siluet bana doğru yanaştı " Uyandın mı?" dedi merakla. Bu sesi tanıyordum ama çıkaramıyordum bir türlü.

Sonra Hatice abla elimi tutup sessizce yanımda bekledi. Birkaç dakika içinde görüş alanım ve hafızam netleşmişti. Elimi karnıma götürdüm ama sanki boşlukta gibiydi.

Hatice abla anlayışlı bir ses tonuyla " Niye bize söylemedin Yağmur?" dedi.

Kuruyan dudaklarımı ağır bir şekilde açıp kısık sesle " Hamza'nın dönmesini bekliyordum." Dedim. Gözyaşlarım otomatik olarak akmaya başlamıştı konuşmak için çabalarken.

Başka bir şey konuşmadık. Zaten gözlerimi tam anlamıyla açamıyordum. Uyumak, uyumak ve daha çok uyumak istiyordum.

Ne kadar bilmiyorum ama bir süre sonra Gülsüm annemin sesi takıldı kulağıma. Hatice ablam ona " Babam nerede?" diye sordu. O da kısık sesle " Bebeği aile mezarlığına, abisinin üstüne gömmek için götürdü." Dedi.

İşte o zaman anladım. Bebeğim gitmişti. Babası gibi o da beni bırakmıştı. Ama buna üzülemiyordum bile. Neye üzüleceğimi bilmiyordum zaten. Hangisi daha çok canımı yakıyordu anlamıyordum. Hem kalbim hem rahmin bomboş kalmıştı sanki...

O daha çok küçüktü, diye bağırmak ve hatta haykırmak istesem de dudaklarımı kıpırdatacak mecalim yoktu. Gülsüm annem Hatice ablaya " Neden bu kadar uyuyor?" diye sordu endişe ile.

Hatice abla " Sakinleştirici veriyorlar. Yaşadıkları çok ağır." Dedi. Sonrası sessizlik. Sonrası yine uyku diyarındaki bir boşluk...

Zamanın hesabını yapamadığım bir süre boyunca uyku ile uyanıklık arasında dış dünya ile zihinsel bağ kuramadan geçirdim bir süre. Hatice abla yanımdaydı. Bir ara annemin sesini de duyar gibi oldum ama belki hayal gücümün ürünüydü bilemiyorum.

Bir sabah dünyaya gözlerimi açtığımda görüntülerin daha net seslerin daha canlı olduğunu fark ettim. " Su... " diyebildim önce. Sanki içim yanıyordu. Çöle dönmüştü bedenim.

Hatice abla telaşla plastik bir bardağa su doldurup verdi bana. Damağımı su ile ıslattıktan sonra ciğerlerimi zorlayan bir performansla " Ne kadar zamandır buradayım?" diye sordum. Sanki bir asırdır hastane odasında yarı baygın bir şekilde yatıyormuşum gibi hissediyordum.

" İki günü geçti sanırım." Dedi Hatice abla biraz düşünerek. Onun da günleri şaşmıştı belli ki. Kardeşinin acısı yetmiyordu sanki kadına bir de benimle uğraşıyordu hastane odalarında.

Sustum bir süre. Sonra aklıma yeni gelmiş gibi " Hamza..." diye sayıkladım gözlerimden süzülen yaşlarla.

" O daha iyi. Hayati riski atlattı." Dedi Hatice abla.

" Ama öldü demişti hemşire." Diye sayıklamaya devam ettim şaşkınca.

Hatice abla da şaşırdı. Sonra tebessüm edip " Senin bayıldığın sırada kalbi durmuş iki defa ama hayata döndürdü doktorlar. Hala yoğun bakımda, bilinci kapalı, uyutuyorlar. Bugün uyandırmayı düşünüyoruz dediler." Diye izah etti Hatice abla Hamza'nın durumunu.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now