Bölüm * 42 *

21.1K 1.7K 348
                                    

selam kınalı kuzular

ve geldik bir 28 Şubat dönencesine daha... hani çok sevdiğiniz bir insanın ölüm yıldönümü olur ya işte öyle bir his çöküyor yüreğime böyle zamanlarda. Rabbim o günleri bir daha yaşatmasın. inşaAllah bu günlerin rahatlığında rehavete kapılmayız. yazılı ve görsel iletişim araçları ile gençlere hatırlatmaya çabalayan insalar çoğalır. daha çok gönüllere değen insanlarla hatırlarız o günleri...

unutmayalım ki Kuranda ibret alacağımız menkıbelerde bir kavmin başına gelen felaketler bulundukları bolluk ve berekete, refaha şükretmedikleri zaman geliyor. Rabbim sakınsın...

whatsapp grubumuz çok keyifli ve neşeli. gelen ve gelemeyen, lysyi ygsyi atlatmayı bekleyen, yeri dar olan, telefonu muhabbeti kaldırmayan herkese teşekkür ediyorum.

ve bir de kaç gündür birinci sıradayız fark ettiniz mi? e bunun için de bir teşekkürü hak ettiniz bence. Teşeşekkür ediyorum hepinize <3

inşaAllah keyifle okuyacağınız bir bölüm olmuştur...

       

Ama elimde değildi işte!

Kalbim kırık dökük, parçaları uzaklara savrulmuş bir haldeydi. Kırılan köşeleri sivri ve sertti. Onlar değmesin istiyordum kınalıma. Çünkü ne kadar kırık da olsa kalbim onun ellerine yakışıyordu en nihayetinde. Ve canını yakmaktan korkuyordum sevdiğim adamın. Balığa denizden başkası azaptı. Bana Hamza'dan ötesi cehennem...

Sustum. Suskunluğumu siper ettim cümlelerime. Susmazsam ikimiz de acıyıp kanayacaktık aynı yerlerden, biliyorum. Ve bir gün konuşacaktım elbet ama önce kınalımın ruha şifa varlığı ile devamı bulana kadar bu suskun nekahet dönemimi geçirmeliydim sessizce. Dilime zincirler vurmam hep bu sebepten.

Bir gün, böyle çok ilerde bir gün, hangimiz daha çok fedakârlık ettik diye bir tartışmaya girersek eğer, kaybeden olmayacak bizim hikâyemizde. İkimiz de sabrımızdan sınandık, sonra kalbimizden, en sonunda da bildiğimiz her şeyden sınandık belki de.

Çok sevdiğim bir hikâye vardır. Bilir misiniz bilmem. Bir adam varmış. Çok hesapçıymış, her adımını sağlam atmak istermiş. Kendisine de gereğinden fazla güvenirmiş. Tam bir kontrol manyağıymış. Her zaman aklına, mantığına güvenirmiş. İşte bu adam bir gün nasıl olmuşsa dalgınlık hali ile bir uçurumdan aşağı yuvarlanıvermiş. Ve kendisini bir boşluğun içinde bulmuş. Kontrol edemediği bir boşluk! Can havli ile eline değen ilk dala tutunmuş. Şimdi uçurumun ortasındaymış. Ne dalı bırakıp aşağı atlayabilirmiş ne de yukarı tırmanacak bir yol varmış ortada. " İmdat!" diye aman dilemiş etraftan. Ama kimse sesini duymamış.

Dakikalar sonra tutunduğu dala bir güvercin konmuş. Adama bakmış ve konuşmaya başlamış " Zor durumda görünüyorsun. Buradan kurtulmak ister misin?"

Genç adam konuşan bu kuşun Allah'ın bir mucizesi olduğuna iman etmiş. " Evet." Demiş. " Tabi ki kurtulmak istiyorum."

Güvercin adama " O zaman; dalı bırak!" demiş

Adam kuşun söylediğine inanamamış gibi " Nasıl yani?" diye sormuş.

Güvercin "Duydun ya, Rabbin dalı bırakmanı istiyor. Korkma, Ona güven. O seni kurtaracak." Demiş. ( Murat Çiftkaya – Düşünen Öyküler)

İşte Hamza ile ben de tam bu noktadayız sanırım. Tutunduğumuz, bizi düşmekten koruduğunu sandığımız dalı Allah istiyor diye bırakabilecek miyiz? Bu korkunun sancılarını yaşıyoruz belki de.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now