Bölüm * 32 *

20.1K 1.6K 259
                                    

keyifli okumalar kınalı kuzular

kısa ama tatlı bir bölümle geldim. bu hafta fırsat bulabilirsem size bir bölüm daha yazmaya çalışacağım ;)

sizi seviyorum <3

selam ve dua ile...


**



Sabah erkenden kalkıp mutfağa girdim. Koridorda ayağıma takılan bavula önce içimde küfretme hırsı oluşsa da sonra yine o puslu hüzün işgal etmişti yüreğimin odalarını. Kınalım gidiyordu. Bu gerçeğin canımı yakmasına engel olamıyordum bir türlü. Bir gün alışabilir miydim kocamı uzak diyarlara, sonu müphem görevlere göndermeye? Ben bunun alışılabilir bir duygu olduğunu sanmıyorum. Her defasında yine çizilecek kalbim, farkındayım. Her seferinde aynı endişeleri, aynı üzüntüleri yaşayacağım muhakkak. Bu benim kaderim ve buna en başından razı oldum. İsyan edemem, şikâyet edemem. Vuslat anını beklemek acı verse de türküde dediği gibi; 'bu sevdanın bağrında, ölümsüzlük uğrunda, yaşamak ölmek güzel...' di sonuçta.

Dilime dolanan türküyü mırıldanırken boynuma değen ılık dudakların varlığı ile irkilmekten alıkoyamadım kendimi. O ılık dudaklar peşinde keskin kına kokusu ve cennet vaadini de getirmişti buram buram. " Günaydın hayatım." Dedi Hamza. Ben sabah namazından sonra yatıp tekrar uykuya dalarken o cam kenarına oturmuş Kuran okuyordu. Sessizce uyanmamı bekledi demek ki.

" Günaydın şövalyem." Dedim kocama, yüzümde yapmacık bir gülümseme ile. " Size krallara layık bir kahvaltı hazırlayacağım inşallah. Sonra beyaz atınıza binip öte diyarlara gidebilir ve düşmanla cenk edebilirsiniz."

Hamza gülümsedi. Neşeli olmaya çalışmamı takdir eder gibiydi hali. Masallardan çıkıp gelen bu yakışıklı adama göz kırpıp hadi benimle oyuna devam et der gibi baktım.

" Siz öyle diyorsanız Leydim. Sizinle aynı masada kahvaltı yapmak benim gibi garip bir asker için onurdur." Dedi ve önümde reverans yaparak eğildi Hamza.

" O zaman siz içerde bekleyin Lordum. Ben mükellef kahvaltınızı hazırlarken siz de yol için son hazırlıklarınızı yapabilirsiniz." Diyerek kocamı salona gönderdim. Kınalımın yüzünü güldürebildiğim için memnundum.

Son zamanlarda okuduğum tarihi romanların da etkisi vardı belki ruh halimde. Sonuçta ben de şövalyesini savaşa gönderen bir Leydi sayılabilirdim, ahir zamana göre. Ama Hamza'nın böyle bir günde hüzünle, gözü arkada kalarak gitmesini de istemiyordum açıkçası. O mutlu olsun diye ben gözümün yaşını içime akıtır, kanayan yaralarımı kuyulara saklarım, hiç tereddüt etmeden.

Yapmacık bir keyifle kahvaltımızı yaptık. Bazen insanın kalbi bağıra çağıra ağlarken yüzünde zoraki gülücüklerin işgali olabiliyormuş. Kalbinde acı ve kaygı, telaş ve hüzün hüküm sürerken yüz kasları gülmek zorunda kalabiliyormuş insanın. Hangisi daha acı kestiremiyorum artık. Ağlamak zamanı geldiğinde yapmacık gülücükler saçmak mı? Yoksa seni üzmemek için bu yapmacıklığına eşlik eden adamın halinden yanan kalbin acısı mı?

Artık aramıyorum sorularımın cevabını. Önceliğim kocamın huzurla, gözü arkada kalmadan göreve gitmesi ve aklının bende kalmaması. Bunun için gerekirse yüzüme palyaço maskesi takar yine de göstermem acıyan yanlarımı.

Leydim ve lordum hitaplarının havada uçuştuğu kahvaltımızın ardından mutfağı toplayıp kahvelerimizi yaptım ve salona geçtim. Kahvenin yanına iliştirdiğim kek dilimlerine bakan Hamza " Ellerine sağlık." Dedi.

" Afiyet olsun." Dedim ve kocamın yanına oturup yanına doğru sokuldum. Başımı omzuna dayayıp yediği kekle kımıldayan vücudunun ritmini sessizce takip etmeye çalıştım. Birkaç saat içinde çıkacaktık evden ve bir daha kocamın varlığını iliklerime kadar hissedeceğim o vuslat anını ne zaman yaşayacağımı bile bilmeden geçecekti ömrüm bir süre.

" Kendine dikkat et tamam mı?" dedim yediği keke odaklanmış kocama, kısık bir sesle.

" Edeceğim inan." Dedi bana güven vermek ister gibi kararlı ve teskin edici bir tonda. Biliyordum dikkat edeceğini, yani içimden öyle düşünmek geliyordu. Hem ben önce Allah'a emanet ediyordum sevdiğimi. Gönlüm mutmaindi. Ne gelirse Haktan başımın üstündeydi hepsinin yeri.

" Sen de derslerine çalış. Benim için endişe etme. " diye ekledi kınalım.

Endişe etmeyecekmişim! Ben! " Edeceğim." Dedim inat eden küçük bir kız çocuğu gibi şımarıkça. " Bunun için söz veremem. Bu sana olan sevgimin bir getirisi, sanırım. Sen on metre uzağıma gitsen başlıyor benim korkularım. Bu bir tedavinin yan etkisi gibi. Hem iyileşiyorum seninle hem de bir yerlerde küçük komplikasyonlar yaşıyorum, ama önemsemiyorum pek. Çünkü bana şifa olan varlığın şükür sebebim." Diye uzun uzun açıkladım duygularımı. İyice mayıştığım kınalımın omuzlarında artık soylu bir leydi rolü yapamayacak kadar yorgun hissediyordum kendimi. Bıraksalar bir ömür uyurdum etten yastığımın rahatında. Bırakırlar mıydı ki?

Bırakmıyorlardı tabi ki. Vakti gelen yaprak toprağa düşüyordu en nihayetinde. Engel olamıyordun elinden kayıp giden zamanı durdurmaya.

Hamza, artık çıksak iyi olur ancak yetişiriz dediğinde sanki daha beş dakika önce kahvaltı yapmışız gibi, sanki daha dün evlenmişiz gibi, sanki daha birkaç gün önce yağmurda ıslanarak koşarken kına kokusuna bulanan o kızmışım gibi hissediyordum kendimi.

" Peki." Dedim dudaklarımı büzerek ve isteksizce ayrıldım kınalımın sıcak bedeninden. Tam doğrulacakken beni tutup kendi bedenine çeken kınalımın hareketi ile irkildim.

Yanaklarımı bir tüy nezaketi ile okşayan kocam " Seni seviyorum." Dedi. En içten, en samimi haliydi bu bir insanın sevgisini itiraf etmesinin.

Gözlerimi kitaplarda okuduğum cennet tasvirleri gibi yeşeren gözlerine diktim kınalımın. İçinde şelalelerin ferahlığını, içinde aşkın damıtılmış tutku ve arzusunu barındırıyordu bu huzurla boyanmış renk cümbüşü. " Ben de seni seviyorum kocacığım." Dedim. Her kelimesi kalbimden ateşler saçarak çıkmıştı cümlemin. Hem kendimi yakıyordum bile isteye hem de kınalım yanıyordu, biliyordum. Biz yanıp kavurulup da küllerimizden bir Anka kuşu gibi doğacaktık vuslat anında.

" Kalbin..."dedi Hamza alnıma yumuşak bir öpücük kondurduktan sonra, kısık bir sesle.

" Helal olsun." Diye tamamladım devamını getirmesini beklemeden. " Kalbim helal olsun kocacığım..."

Ve sonrası hızlandırılmış bir film gibi geçti. Önce Hatice ablanın bıdıklar kapıyı ısrarla çalıp geç kaldığımızı söyledi. Acele ile çıktık yine evden. Ve yine Hatice ablanın imalı bakışlarını üzerimde hissettim, ama bu sefer aldırmadım.

Hava alanına iki araba gittik. Arabada yine Osman amca birkaç kelam etti, öyle zoraki. Sonra ayrılırken Hamza herkesten helallik istedi. Bu kaçıncı vedaydı bilmiyorum ama her defasında daha zor geliyordu sanki bu uğurlama fasılları.

En son herkes vedalaşıp uzaklaştığında, kınalım ile baş başa kaldığımızda, hiç ayrılmayacakmış gibi sarıldığımızı kazıdım hafızama. Kokusunu içime çekişimi, teninin ılıklığını ezberleyişimi, dokunuşlarının şifasında kaybolup yitişlerimi unutmamak için zorladım kendimi. Bu an dedim içimden, çok sevdiğim bir filmin son karesi gibi...

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now