* F İ N A L *

18.9K 1.2K 318
                                    

selam kınalı kuzular

birkaç gün içinde açıklama yapacağım inşaAllah

keyifli okumalar...

***




"Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin olacaktır." – Hasan el- Benna -

Genç adam yemek yediği kafenin camından dışarıyı seyrediyordu dalgın bakışlarıyla. Karanlık ve puslu bir hava vardı o gün Moskova'da. Otelden çıktıklarında çiseleyen yağmur saatler içinde şiddetini artırmış ve neredeyse bir fırtına gibi esip gürlemeye başlamıştı şehrin semalarında. Zaten havası sıcak olmayan bu memleketin yağmuru da bir değişik gelmişti genç adama. Bedeni yabancı bir soğukla sınanıyor, dimağı yabancı yüzlerle karşılaşıyor ve kafasına hiç yatmayan olaylar yaşıyordu aylardır.

Ve o ilk damla adamın yüzüne değdiğinde bedeni istemsizce irkilmiş ve aklına sevdiği kadını düşürmeyi başarmıştı itinayla. Aylardır cüzdanında saklayıp sakındığı küçük bir fotoğrafı yine avuçlarının içine alıp hasretle süzdü fotoğraf karesinde gülümseyen kadının yüzünü. Sevdiği, o çilli yüzü ile hafızasına mıh gibi işleyen kadının siluetini hayal etmek için göz kapaklarını usulca kapattı adam. Yağan yağmurun feryat eden hüzünlü sesi ve soğuk ama nemli esintisi ile beraber karısının kalbine düşen izdüşümünü dinledi. Bu melodi ezelden aşina olduğu, dağlar ötesini aşıp gelen aşk nağmeleri ile dağlanmış bir gurbet türküsü gibiydi.

Kafede çalan şarkı da hayaller âlemine itiyordu sanki adamı. " I dream of rain..." diyordu Sting. " Yağmuru hayal ediyorum, yukarıdaki boş gökyüzüne bakışlarımı dikiyorum, gözlerimi kapatırım, bu müthiş koku, aşkın tatlı sarhoşluğudur..." ( Sting – Desert Rose)

Günlerdir Rusya'daydı. Buraya gelmeden önce de birkaç ülke gezmişti. Hem dil öğreniyor hem de yapacağı işin inceliklerini kavramaya çalışıyordu. Aslında polis okulunu birincilikle bitirince ödül olarak birkaç ülke gezmiş ve bir senelik dil eğitimi almıştı. Yine de dil bilgisi ve askeri tecrübesi yeterli görülmemiş ve bir sene daha eğitim almasına karar verilmişti.

Yüzüne sebepsiz bir gülümseme yayıldı adamın. O son gece, kendisi konuşurken şaşkın ve hayran gözlerle yüzüne bakan karısını anımsadı. " Kaç dil biliyorsun peki?" demişti Yağmur sonra gözlerini kısıp kaşlarını çatmış ve yüzüne yapmacık bir sinir hali yüklemişti. " Akçakoca'dayken yol tarifi isteyen o turist kadınlarla rahatça konuşmandan anlamıştım zaten ben." Dedi söylenir gibi.

" İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Arapça ve biraz da Kürtçe biliyorum. Dil öğrenme konusunda hızlı ve pratiğimdir." Dedi Hamza. Övünmek değildi amacı ama en fazla iki ay kaldığı bu memleketlerde dillerine kolaylıkla aşina olmuştu. Yabancı dilleri öğrenmeyi severdi. Bir lisan bir insan ediyordu ona göre.

" Benim de matematiğim iyidir. Ne olmuş yani?" Diye şımarıkça sitem ederek karşılık verdi Yağmur kocasına. Omuzlarını dikleştirmiş çenesini de hafifçe havaya kaldırmıştı. Hamza karısının bu çocukça tavırlarını garip bir şekilde seviyordu.

Kıskandığı zaman saçmalamasını ya da şuan ki gibi şımarıp dudaklarını büzmesini yakıştırıyordu yağmur damlasına. Sanki ona özel, sanki onun bir parçası gibiydi bu çocuk hareketleri. Ve en az yüzündeki sevimli çilleri kadar yakışıyordu adamın karısına.

Aslında genç kadının tavrı bu ayrılık konuşmasınaydı genç adamın kendisine değil. Hoşlanmıyordu kocasının gidecek olmasından. Hiçbir zaman hoşlanmamıştı; en başından beri! Ve bunu çocukça kıskançlıklara ve hatta saçma davranışlarına çarpıtıyordu. İçindeki yangını saklamaya çalışıyordu kendince. Ama genç adam saydam ve duru bir suya bakar gibi içindeki tüm yangınları, depremleri ve yaraları seçebiliyordu kadının. Çünkü kadının kıyılarına değen dalgaların kökleri adamın çöllerine kadar uzanıyordu umarsızca. Karısının yangınlarının harlı ateşi adamın kalbini yakacak kadar yakındı artık şehirlerine.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now