Bölüm * 31 *

20.5K 1.8K 272
                                    

       

selam kınalı kuzular

kıyamıyorum size yine iki arada bir derede bölüm yazdım :) size keyif olsun neşe olsun şöyle sınav zamanı eğlence olsun inşaAllah..

bu arada ben sizden oy ve vote baskısı yapmamaya özen gösteriyorum. benim için keyifle okuyor olmanız en güzel ödül. biraz da bu yüzden face grubumuzu hatırlatmayı unutuyorum. duymayan bilmeyen varsa aranızda biz facete toplaştık haberiniz olsun adresimiz de şöyle -->

https://www.facebook.com/groups/sennurkasaromanlari



her zaman beklerim <3

selam ve dua ile kalın...


**



Şafak'ın eğlenceli bir kavga ile biten düğününün ertesi günü Gülsüm annemler, Hatice abla ve bıdıklar ile beraber piknik yapmaya geçen sefer gittiğimiz Sapanca'ya nazır, yeşilliğin içinde cennetten bir koy gibi duran gizli mabedimize gitmek için hazırlanıyorduk. Bu bir veda yemeğiydi ama herkes neşeli görünmeye ve bu davranışıyla etrafındakileri teselli etmeye çabalıyordu. Hepimizde yapmacık bir neşe vardı. Ne biz Hamza'yı üzmeye kıyabiliyorduk ne o bize kaygılarını yansıtabiliyordu. 

Ben yine kek ve börek yapmıştım piknik için. Hamza bu sefer itiraz etmedi. Geçen sefer en çok kendisi yemişti zaten. Şimdi de daha fırından çıkardığımda birkaç dilim tırtıklamıştı keki. Dağ gibi adam evlendiğimizden beri nur topu gibi minik bir çıkıntıya sahip olmuştu göbek bölgesinde resmen. " Böyle giderse tüccar göbeği olacak sende." Diye dalga geçtim iştahla kekini yiyen kocamla.

" Bu kadar güzel yapmasaydın sen de." Diyerek suçu benim üzerime atmayı ihmal etmedi sevgili kocam. He şişko hem pişkin! Oh ne güzel!

" Suç benim mi yani?" dedim ben de dudaklarımı büzerek, şımarık hareketlerle.

Hamza arsızca dudaklarını kıvırıp zümrüt gibi parıldayan yeşil gözlerini gözlerime sabitledi. Sanki gözleriyle 'tabi ki suç senin' Der gibiydi. Sonrasında kıstığı bakışlarındaki anlam giderek edepsizleşiyordu sanki.

" Çıksak mı acaba? Gülsüm annemleri de bekletmeyelim bence." Diyerek beynime doluşan fesatlıkları belli etmemeye çalıştım. Ama kocam bana bu konuda pek yardımcı olmuyordu sağ olsun.

" Gitmeden sana pul koleksiyonumu göstermeme ne dersin?" diye sordu bu sefer Hamza. Adamı da kendime benzetmiştim sonunda. Fesatlık bulaşıcı bir şey miydi? Arsızlık benden değildi ama. O tamamen kocamın kendi özelliğiydi.

" Eskidi artık bu numaralar." Dedim cilveli bir şekilde omzumu oynatmaya çalışırken. Ağzım kulaklarıma varmış bir şekilde garip hareketler yapan bir kadın gibi görünüyorum büyük ihtimalle.

Hamza önce gözlerini irileştirdi sonra kaşlarını çattı. " Çok ayıp." Dedi beni kınar gibi. Bence de çok ayıp. Niye bunları anlatıyorum ki ben size? Neyse işte öğlene doğru Hatice ablanın bıdıklar kapıyı çalıp bizi aşağı çağırmıştı. Herkes arabalara doluşmuştu biz inene kadar. Yüzümüzdeki gevrek gülümsemeye imalı bir şekilde bakan Hatice ablanın bakışları ile yanaklarım kızarmıştı. " Şey kek pişmedi de onu bekledim." Diye geveleyince ben Hatice abla gülerek " Tabi anlıyorum. Kek işte pişmiyor bazen öyle hemen." Dedi alayla. Uğraşmayın yeni gelinlerle ama diye kızacak oldum da sustum sonra. Bizim geline daha beterlerini yapacağım ben de, aklıma yazdım bunu, ancak öyle rahatlarım sanırım.

Yine uzun, yoğun trafikli fakat yeşil ve mavinin cömertçe süslediği bir yolculukla piknik alanımıza geldik. Burası özel bir yerdi kınalımın anlattığına göre. Küçüklüğünden beri piknik için buraya gelirlermiş. Rahat, sakin ve huzurlu olduğu için seviyordu Hamza burayı. Ben de sevmiştim açıkçası. İstanbul'daki piknik mekânları genelde insanlardan adım atamayacağın kadar kalabalık oluyordur büyük ihtimalle. Tam da bilmiyorum. Dedim ya biz en uzak evin balkonunda yapmışızdır mangalımızı. Çok da sevmezdi bizimkiler yemek yiyeceğiz diye uğraşıp dolaşmayı.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now