Bölüm * 29 *

20.5K 1.7K 140
                                    

selam kınalı kuzular

her birinizi çok sevdiğimi söylemek istiyorum. hikayemi okuyarak beni mutlu ettiğinizi de belirteyim şuraya. umarım siz de okurken keyif alıyor ve mutlu oluyorsunuzdur...

pazartesi günkü bölümü tamamlayıp (iki kısa = bir uzun) bölüm eklemiş olduğumu düşünüyorum. itiraz edeni döferim :P

sınavları başlayan arkadaşlara Rabbim zihin açıklığı versin... derslerinizde başarılar diliyorum...

selam ve dua ile kalın...

Allaha'a emanetsiniz..


..

       

Doktorumuz Semih Beyle görüşmemizden sonraki iki hafta, yaklaşan bahar tatili ve ikinci vizelerimin zorlu bir şekilde geçmesi yüzünden benim için başımı dersten kaldıramadığım, tabiri caizse nasıl geçtiğini anlayamadığım bir şekilde geçti. Derslerim ağırdı, şartlar zordu. Arkadaşlarım hala kapıda yatıyordu. Her geçişimde Betül ve Merve'yle ya da diğer arkadaşlarımdan birisi ile karşılaşmaktan hicap duyarak, tedirgin bir şekilde okula giriyordum. Tabi ki onlar bana bu konuda hiçbir şekilde sitem etmiyordu. Kendi tercihlerimizi yaşıyorduk sonuçta. Yaptıklarımızın hesabını Allah'a verecektik. Herkesin vicdanı kadardı günahı da sevabı da. Yine de onların durumuna üzülmekten başka elimden bir şey gelmiyor olması canımı acıtıyordu.

Bir yanda da Şafak'ın düğün telaşesi devam ediyordu. Gelinimiz benimle arasında uygun bir mesafe koymayı tercih etmişti. Bana soğuk ve uzaktı. Bundan şikâyetim yoktu zaten. Biraz konuşsak dilimden zehir gibi akacaktı düşüncelerim şüphesiz. Her ne olmuş olursa olsun benim ahlak anlayışıma yakışmayan bir pozisyondaydı çünkü. Başına gelenler ister gönüllü olarak ister rızası dışında olsun yine de bunun sonucu istemediği biriyle evlenmek olmamalıydı. Bunun sonuçlarını düşünemiyorum şahsen. Yani Şafak iyi abi değildir evet, ama nasıl bir koca olur orasını bilemem. İlerde derine gömdüklerini sandıkları gerçekler muhakkak ki her sorunda topraktan biraz daha gün yüzüne çıkıp ayaklarına dolanacaktır. Mutlu olamayacağı zaten aşikâr fakat vicdanı nasıl rahat ediyor bu kızın onu anlamıyorum? Cehennem ateşinden bir kor parçasını bile isteye eline alıp sonrasında kimse görmesin diye kalbinin tam ortasına gömmek nasıl bir kör cehaletin eseri nasıl bir deli cesareti olabilirdi? Bu genç kızlara aşk diye yutturulan o içi boş duygunun arkasına sığıştırılabilecek bir günah da değildi üstelik. Kalbin lekesi, ruhun felaketiydi. Sırtın kamburu kalbin esaretiydi.

Yine de üzerine gitmiyorum sevgili ve müstakbel yenge-ciği-min. Şafak'tan kesin talimat aldım sonuçta. Hamza da durumun şartlarını onaylamasa ve geleceğin getirileri konusundaki tedirginliklerimde bana hak verse de bundan sonrası için susmayı tavsiye etti bana. Çünkü şu durumda biraz sesli konuşmanın bile rezalet getirecek kadar abes olacağı kesindi.

Orta halli eşyalar seçiyorduk gelinimize. Ne çok pahalı ne de adi ve ucuz. Kıyafetler, takılar ve bir sürü ıvır zıvır alış verişine çıkıyorduk haftanın neredeyse beş günü. Mobilyalar için gezdiğimiz mağaza sayısını hatırlamıyorum. Anne benim dersim vardı diye bahane üretmenin de faydası yoktu Saniye Sultan için. Bu alışveriş faslı benim derslerimin çok üstünde mühim bir meseleydi çünkü. Ayrıca ben kıskanıyordum biraz bu fasılları. Yani kuru bir düğünle evlendim sonuçta. Hiçbir adet uygulanmadı benim için. Böyle prenses gibi hissetmedim kendimi. Herkes önümde durup hangi mobilyayı, hangi takı setini seçeceğimi bekleyip ağzımın içine bakmadı. Olan eşyanın üzerine evlendim. Aslında hepsi güzeldi. Kocam bana bütün parasını yatırdığı banka hesabına ait kartı gözünü bile kırpmadan emanet etmişi. Para ile de sorunum hiç olmamıştı belki ama işin bu temaşa kısmı ve biraz da tatlı telaşesi içimde bir ukde olarak kalmıştı öylece. Buna engel olamıyordum. Düğünlerde ağlayan kadınları gösterip ' bak bu kaçarak evlenmiş ondan düğünlerde böyle ağlar hep. Yazık...' derlerdi de anlamazdım neye ağladığını. Şimdi o kursakta kalıp da kekremsi tadını hep dilinde hissettiğin hevesliğin nasıl bir şey olduğunu çok iyi anlıyorum.

Hamza iki hafta boyunca sakince ve her zamanki uysallığı ile evdeki varlığının güvenini hissettirmişti bana. Arada namaz için camiye gidiyordu. Geceleri kahvemi yapıyor, masa başında uyuduğum zamanlar pelte olan vücudumu – tahminimce iri bir kürekle- yatağa taşıyordu. Psikolog seanslarının da devam ettiğinin farkındaydım fakat bu konuya girmemeye özen gösteriyorduk. Artık bunca geçen süre ( neredeyse iki haftayı geçti)  de üzerime garip bir rehavet havası sermişti sanki. Neye güveniyordum bu kadar acaba? Ya da neye sevinecek kadar alçalmıştı ruhum? Kocamı ideallerinden, cennet yolundan saptıracak kadar kafasını karıştırmaktan gurur duyar mıydım bir ömür? Benim için kaldı işte, görün bakın diye omuzlarım dik yürüyebilir miydim insanların içinde? Omzuma bir yük gibi binmez miydi kınalımın kucağıma dökülen kırık dökük, gezmeye doyamadığım o şehirleri? Bunları düşünmek istemiyordum şimdilik.

Gerçi bunları geçiştirmekle kendimi oyalama çabalarım çok uzun sürmedi. Bir gece, daha sınavlarımın bitmesine birkaç gün varken, akşam mutfaktaki masamızda oturmuş Hamza'nın yaptığı acılı menemeni peynir ve çay eşliğinde iştahla yiyorduk. Sınavlarım olduğu için kocam elinden geldiğince bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Genelde yemeklerimizi Gülsüm annemlerde yapıyor olsak da o akşam okuldan dönüşüm gecikince saatin geç olduğunu bahane eden kocam kendi elleriyle hazırladığı romantik bir sofra kurmuştu. Ah Saniye sultan keşke bu günleri görseydi, ne havam olurdu ama...

Hamza ekmeğini menemenin domatesli kısmına bandırdıktan sonra göz ucuyla bana baktı. Bakışını yakalamıştım ve garip gelmişti.

" Ne? Ne var? Yanağıma mı bulaştırdım?" diye sordum keyifle. Bu arada acıdan gözlerim yaşarmıştı.

" Yok, hayır" dedi Hamza gözlerini kaçırarak. " Bir şey yok." Diye mırıldanarak çayından bir yudum aldı.

" Hadi ama ya... Var bir şey? Ne oldu söyle?" diye ısrar ettim bu sefer. Söylemek istediği bir şey vardı sanki ama zaman kolluyor gibiydi hali.

Hamza başını önüne eğdi. " Şafak'ın düğününden iki gün sonra göreve gideceğim." dedi. Zoraki bir şekilde konuşuyor sıkılgan hareketler sergiliyordu. Sanki işlediği bir kabahati söyler gibi çekingendi.

" Şafak'ın düğününe iki haftadan az kaldı?" dedim şaşkınlıktan. Soru cümlesi miydi bu yoksa şaşkınlıkla verdiğim bir tepki miydi bilmiyorum. Sanki aldığım bilgiyi teyit etmek ister gibiydim daha çok. Hani belki yanlış duymuşumdur, belki kocam yanlış hesaplamıştır. Kim bilir?

" Evet." Dedi Hamza dudaklarını birleştirerek. " İki hafta sonraya denk geliyor." Dedi. Giderek daha hüzünlü ve buruk bir şekilde söylüyordu göreve gideceğini. Üzülmüştüm kocamın bu haline.

Gülümsemeye çalıştım ama yaptığım hareket yüz kaslarımı germekten öteye gidemedi. Sanki mimiklerim bana ihanet ediyor ve aklımın değil de kalbimin komutlarıyla hareket ediyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Gözyaşlarımın içimdeki kuru çukura akması komutunu verdim gönlüme.

"Hayırla git, hayırla gel kocacığım." Dedim yapmacık bir hevesle. Hamza ikna olmadığını belli eder bakışlarla beni süzdü önce. " Biliyorum zor olacak seni beklemek. Ama ben yokluğunda dimdik bir şekilde seni bekleyecek kadar güçlü durup senin gibi bir süper kahramana layık bir eş olmak için çabalayacağım." Diyerek göz kırptım. Ve çok sevdiğim bir ayetin Arapçasını ekledim konuşmamın sonuna. Kocamın bu ayetle beni çok daha iyi anlayacağını adım kadar iyi biliyordum çünkü.

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ (يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

(BAKARA-216- Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz. )

YAĞMUR'UN SESİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin