Bölüm * 46 *

19.7K 1.6K 224
                                    




selam kınalı kuzular

öncelikle ; ygsye giren arkadaşlar umarım Rabbim gönlünüze göre verir... whatsapp grubuna gelmek için sınavı atlatmayı bekleyen kuzular sizi unuttum sanmayın. bekliyorum her daim..

bu arada son zamanlarda Spritüel kategorisinde birinc sırada olduğumuzu farke tmişsinizdir. ve çeyrek milyon okunmayı da gördük beraber. yeni gelen arkadaşlar bu bölüme kadar ulaştıysa hepsine hoş geldiniz diyorum. keyifle okursunuz inşaAllah hikayemizi... ve bu zamana kadar yanımda olan arkadaşlara da teşekkürü bir borç biliyorum. iyi ki varsınız...

umarım keyifle okuyacağınız bir bölüm olmuştur. cumaya kadar bir bölüm daha yzaabilirsem o zaman görüşmek üzere selam ve dua ile kalın inşAllah..

uzun zamandır unuttuğum bir adresi de paylaşayım bu bölüm. facegrubumuz ---> https://www.facebook.com/groups/sennurkasaromanlari/

bekleriz efenim...



**


Sabahın güneşini odaya fütursuzca davet edercesine, ağda bezini çeker gibi acısız olsun diye bir anda kalın perdeleri çekip odanın karanlık ve kasvetli havasını aydınlık, kuş sesleri ve temiz hava ile doldurdum. Bu kınalıma yapılmış bir eziyet gibiydi. Gözlerini kısarak bana baktı şaşkınca. Normal zamanda bu kadar uyumazdı. Hatta sabah namazından sonra tekrar yattığına şahit olmamıştım vurulma olayına kadar diyebilirim. Ama bu ilaçların da etkisi ile belki de ya da gece geç saatlere kadar denizden gelen dalga sesleri eşliğinde oturup düşünmesi ve benden bilmem ne kadar sonra uyuması ve beni kanepelerden toparlayıp iyileşmemiş hali ile yatağa taşıması da bunda etken olabilir. Bilemiyorum.

" Koğuş kalk!" diye bağırdım perdeleri açarken. Hamza kaşlarını çatmış bana bakmaya devam ediyordu. Şaşkınlığının yerini sevimli kızgın bir hal almıştı.

Son zamanlarda keyifli olmak için çabalasa da dalgın ve düşünceli halleri baskın geliyordu kınalımın. Onu anlayabiliyordum aslında. Belki anlamaya çalışıyordum sadece, emin değilim o konuda. Yani yaşadıkları kolay değil ama yine de bana hissettirmemeye çalışıyor. Kendi durumunu hiçe sayıp benim üzerime titriyor. Beni mutlu etmek için çabalıyor. Suçluluk psikolojisini üzerinden atmadığını her dediğime -ki bunlar ne kadar mantıksız da olsa- anlamsızca boyun eğmesinden de anlayabiliyordum, bana karşı şu yaşıma kadar pek alışık olmadığım bir sabırla ve anlayışlı yaklaşımlarla sergiliyordu. Bu da benim hem daha da şımarmama hem de garip bir şekilde hüzünlenmeme vesile oluyordu. Bu adam benim cennetimin anahtarıydı. Ve ben bu anahtarı gözümden bile sakınmalıydım oysa.

Kendimce bir karar almıştım. Artık şımarmak yerine biraz da empati yapmak ve kocamın görmezden geldiğim yaralarını sarmak için çabalamalıydım. Evlilik bu değildi! Tek taraflı şımarma ve yatma yeri değildi. Biraz çaba ve özveri gerekiyordu. Ama ben son zamanlarda ' Rabbena, hep bana!' diye diye geziyordum. Ve kınalı perçeminin her bir telini sayıp ezberlediğim adam beni bu konuda kışkırtıyordu biraz da. Şımarmaya müsait bir yapım vardı çünkü şu zamana kadar şımarmanın tadını hiç bu kadar aldığımı hatırlamıyordum. Hoşuma da gitmişti nazlanmak.

" Komutanım beş dakika daha." Dedi Hamza alay eder gibi ve kafasını yastığa gömdü bezgince.

" Sen nasıl askersin böyle uykucu şirin." Dedim kocamın yanına oturup kaslı omuzlarından dürterek.

" Asker değil..." diye başlayıp başını kaldırdı ve şuh bakışlarını gözlerime dikti.

Hemen parmağımı dudaklarına götürdüm ve cümlesini bitirmesine izin vermeden " Biliyoruz onu." Dedim gözlerimi bezgince devirip acele ile. Rütbesini söylerken çok kışkırtıcı olduğunu söylemiş miydim daha önce? Bu tıpkı üniformalı haline bakmak gibi... Çok kışkırtıcı! Allah'ım sen affet, biliyorsun durumu...

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now