Bölüm * 35 *

18.5K 1.7K 233
                                    

selam

bakın çabucak geldim. önceki bölümün devamı olduğu için kısalığına aldırmazsınız diye düşünüyorum. bölümü tamamlamış oldum böylece. artık haftaya görüşürüz :)

keyifli okumalar...

selam ve dua ile kalın...

**









       

Yatsı namazından sonra Hamza kısa bir süre dışarı çıkıp yiyecek bir şeyler alarak geri döndü otel odasına. Öyle bir şeyler dediğime bakmayın, kebap ve havuç dilim baklava vardı menüde, mesela. Hayatımda yediğim en güzel kebaplar arasında listede ilk sıralara hiç zorlanmadan girdi yediklerimiz. Antepliler ağzının tadını biliyor vesselam.

Dışarda yememizin nedenini güvenlik ve tedbir gibi kelimelerle geçiştirdi Hamza. Beraber görünmemizi ve kendisini takip edenler varsa onlara hedef olmamı istemiyordu. Mantıklı düşünce bana da haklı gelmişti bu ince düşüncesi.

Yemeğimizi yerken bir ara Hamza çapkınca gülerek " Sen beni özlediğin için geldin ve söyleyecek bir şeyin yok galiba." Dedi. Ve bana baktı beklenti dolu yeşilleri ile. Artık sabrı azalıyordu anlaşılan. Beni konuşturmak için her yolu deniyordu. Ben de kıvranıyordum aslında dökülüp içimden taşanları boşaltmak için ama kabahatli bir çocuk gibi erteliyordum sürekli.

" Olamaz mı?" dedim ben de yüzümü ekşiterek. " Kocamı özlemiş olmam yetmez mi?" diye ekledim şımarıkça.

Yalancı bir kaş çatma gösterisi ile bana bakan kocam " Ne kadar tehlikeli bir işe kalkıştığının farkında mısın acaba?" diye sordu.

Geldiğimizden beri Hamza'nın tedirgin ve tedbirli davranışlarını görene kadar çok da tehlikeli gelmiyordu gözüme aslında.

Başımı önüme eğip  " gözümü karartmışsam demek ki..." diye mırıldandım.

Hamza tatlıdan çatalı ile bir parça koparıp bana uzattı ve " Hadi tatlını ye." Dedi. Konuyu daha fazla bulandırmamıştı. Ama bulduğu fırsatlarda ağzımı aramayı ihmal etmiyordu.

Gerçi benim de tüm çabalarım ertesi sabah mide bulantısı ile kalkmam ve kendimi lavaboya zor atmamla son bulmuştu.

Lavabodan çıkarken çatılmış kaşları ile beni bekleyen Hamza'nın gözlerindeki hayal kırıklığının tüm parçalarını seçebiliyordum.

" Hasta mısın?" diye sordu kınalım ama sesinde merak ya da merhamet yoktu. Belki öfke ya da biraz hiddet... Ama kesinlikle şefkat değildi bu duygu!

Elimdeki havlu ile yüzümü silerken ağır adımlarla içeri geçip televizyonun karşısındaki kahverengi kumaşlı, eski ama temiz görünen ikili koltuğa oturdum. Hamza da sessiz adımları ile beni takip ediyordu odanın içinde.

" Hayır." Dedim. " Hamileyim." Kesin ve nettim. Uzatmaya ne niyetim vardı ne mecalim.

Hamza başını geriye atıp saçlarını eline daldırdı. Sonra etrafında dönerek burnundan solumaya başladı. " Nasıl olur? İlaçlarını kullanıyordun." Dedi önce.

Evet Hamza'nın her gün itina ile kontrol ve takip ettiği ilaçlar kullanıyordum.

" Sen göreve geri döneceğini söyledikten sonra o ilaçları her gün lavaboya atıyordum. Hiç birini içmedim." Dedim. Şimdi hayal kırıklığı yaşayan da bendim. Aslında bunu bekliyordum. Yani bana kızacaktı biliyorum ama yine de biraz sevinir sanmıştım. Baba olacaktı sonuçta... Aptal Yağmur!

" Seninle bu konuyu defalarca konuşmuştuk, biliyorsun bunu." Dedi bu sefer. Sesindeki hiddet giderek artıyordu. Yine de kırgın ve hüzünlü bir nota da vardı sesinin tınısında sanki.

" Biliyorum." Diye mırıldandım. Ama o beni duymamış gibi devam etti söylenmesine.

" Yaşayacaklarının farkında mısın? Sırf heveslerin için bir çocuğun hayatını mahvedemezsin. "

Sabırla dinlemek isterdim kocamı. Mahcuptum sonuçta kandırmıştım kocamı. Ama normalde filmlerde kadın hamileyim deyince kocası " Baba oluyorum!" diye bağırır, karısını alır havalara uçurur falan ya hani, bizdeki sahne kalbimi burkuyordu.

" Hepsinin farkındayım." Dedim kararlı olmaya çalışan bir sesle. Ne var ki; başımı yerden kaldıramıyordum. Hamza'nın sözleri canımı yakıyordu.

" Doğuma tek başına gideceksin, hasta olduğunda hastaneye tek başına götüreceksin. Okula gittiğinde babam nerede diye soracak ve cevap veremeyeceksin. Bir çocuğa bunu yaşatmaya hakkın var mı? Bencil isteklerin uğruna hem de!"

" Bencil istek mi?" diye sordum kocama. Yüzümü havaya kaldırıp kocamın iyice koyulanmış yeşil bir kuyu gibi bakan gözlerine baktım ve dudaklarımı aynı onun öfkesine mukabil bir duygu ile kıvırıp suratımı astım. " Ben senden bir parçanın rahmimde can bulmasını istedim. Yüzüne baktıkça bana seni hatırlatacak bir evlat sahibi olmak istedim. Ben Allah'tan ikimiz için bir emanet diledim. Hem eğer Rabbim bunu arzulamasaydı bize bu evladı bahşetmezdi zaten. Sen Allah'ın yazdığı kadere de mi isyan ediyorsun?" diye haykırdım. Ne ara ayağa kalkıp kocamın karşısına dikildiğimin farkında değildim. Ellerim titriyordu sinirden. Ağlamamak için kendimi zorluyordum. Ne kadar kırgın da olsam şuan ki öfkem bütün duygularımı bastırıyordu en nihayetinde.

Bu sefer Hamza başını eğdi. " Önemlini alsaydın böyle olmazdı." Diye mırıldandı.

" Allah dileseydi yine olurdu." Diye üsteledim ben de.

" Bu çocuk." Dedim kocamın yorgun ve nasırlı elini zorla karnıma götürerek " Önce Allah'ın sonra senin bana emanetin. Gerekirse tek başıma bakar büyütürüm, hiç gocunmam. Hiç de yüksünmem halimden. Ben istedim evet, sonuçları da başım gözüm üstüne." Şimdi iğreti bir şekilde duruyordu kınalımın eli karnımın üzerinde.

Hamza sustu. Ta ki benim geri dönüş saatim gelene kadar. Soğuk, mesafeli ve en çok da düşünceliydi. Kafasının karışık olduğunu anlayabilirdim ama baba olmasına hiç sevinmemiş olması canımı yakıyordu.

Otelden ayrı ayrı çıktık. Ben bir taksiye binene kadar arkamdan takip ettiğini hissedebiliyordum. Havaalanında da kıyafetinden seçmiştim kocamı. Onu gördüğümü fark edince şapkasını önüne eğip kendini kamufle etmişti. Vedalaşamamıştık bile!

Beni yalnızlığıma, kimsesizliğime geri göndermişti öfke ile. Kızmıştı bana. Haklıydı belki. Defalarca dile getirmişti korkularını. Bir çocuğun; asker evladı, özel harekâtçı babanın evladının yaşayacağı sıkıntıları görmüştü arkadaşlarının çocukları ile. Yersiz değildi bu endişeleri ama biraz abartılıydı her zamanki gibi.  Her zaman kendini sakındığı için kaybediyordu zaten, benim kocam. Önce birini sevmekten sakınmıştı. Şimdi baba olmaya layık görmüyordu kendini biraz da. Endişeleri, kaygıları, gelecek korkuları vardı çünkü evlat sahibi olmayla ilgili. Yine de sevinmeliydi Allah'ın ona bahşettiği bu hediyeye. Biraz daha kaderine iman etmeyi denese belki çok daha mutlu olacaktık böyle.

Uçak kalkarken yanağımdan süzülen yaşlara aldırmadan elimi karnıma götürdüm. " Baban seni çok sevecek yavrum." Dedim. " Biliyorum. Çünkü beni de sevmemek için direnmişti."

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now