Bölüm * 33 *

21.4K 1.5K 384
                                    

       

Selamun aleykum kınalı kuzular

bu bölüm biraz da 'unutursak kalbimiz kurusun' bölümüdür. unutturmamak da bizim görevimiz o yüzden bunları da yazmak vebal üzerimize. yaşayanların yaşamayanlara anlatması gerekiyor bunları, o tarihi günlerin öfkesi diri kalsın kalbimizde diye...

bu hafta hastane işlerim var ve sonrasında mecburi bir şehir dışı seyahatim olacak o yüzden haftaya kadar bölüm ekleyemeyebilirim. şimdiden özür dilerim hepinizden.

sizi seviyorum...

keyifli okumalar..

selam ve dua ile...


***



On beş gün... Tam on beş gündür soğuk yatağımda, tek başıma, saatlerce düşünüp bildiğim tüm duaları ettikten sonra ancak dalıyorum uykuya. Yaz sıcağında bile bir buzhaneden farksız olan evimin içinde dolaşıyorum isteksizce. Tam on beş gündür nefesim cennet kokusuna hasret bir şekilde doluyor ciğerlerime, acı bir zehri solur gibiS. Tam on beş gündür gözüm haberlerde bir elim bağrımda yaşıyorum. Alışılır sanmıştım bu duyguya. Zamanla geçer, hafifler sanmıştım sızısı. Yanılmışım. Alışılmıyormuş kalp ağrısına. İlacı da yokmuş bunun üstelik. Keskin sancılarla kavrulan geceler, gözyaşları ile ıslanan yastıklar, kına kokusunun sindiği özellikle geceleri üzerime gelen duvarlar vazgeçmeyecek bana içimdeki boşluğu hatırlatmaktan. Mıh gibi yapışacak ayrılığın sızısı yüreğime. Artık biliyorum. Kalbimde, tam şuramda, öyle bir boşluk var ki; iliklerime kadar üşüyorum en sıcak günde bile. Ellerim ısınmıyor mesela. Kalbim buz tutmuş sanki. Donuyorum hatta. Öyle donup kalıyorum.

Bugün zoraki bir şekilde çıktım evden. Bütünlemeye kaldığım dersin sınavı olmasa çıkmazdım da zaten. Evim, benim güvenli inim olmuştu artık. En azından kocamın hatıraları ve kokusu vardı içinde. Birkaç gün önce, evdeki kına kokusunun yaz çiçeklerinin kokusuna karıştığını hissettiğimde avucumun içine kına yakmıştım ben de. Sanki avucuma saklamıştım sevdiceğimi... İçim sıkıldıkça avucumu kokluyorum ve gözlerimi kapatıyorum. Kınalımın bana gülümseyerek baktığı son anımı bulup çıkartıyorum gönül sandığımdan. Sonrası bol hıçkırıklı gözyaşları... Güçlü bir kadın değilim ben onu anladım, olamıyorum. Yapamıyorum. Hamza gittiği anda tüm gücüm tükendi sanki.

Ağır aksak yürüdüğüm kampüs alanında önümdeki taşlara dalgın bakışlar atarak kapıdan çıkmak üzere yöneldiğimde adımı duyunca irkildim. Arkamdan bir erkek sesi " Yağmur!" diye sesleniyordu. Sesin geldiği yöne bakınca Ahmet'i görmek canımı sıkmıştı. Son zamanlarda en olmadık yerlerde, en istemediğim zamanlarda karşıma çıkıyordu bu çocuk. Ve bundan hiç hoşlanmıyordum artık.

Yerimde durdum ve " Bir şey mi oldu?" diye sordum keyifsizce.

" Bir yerlere gidip konuşabilir miyiz seninle?" dedi Ahmet.

Bir yerlere? Seninle? Sebep? Sorularını gözlerimi açmış ve kaşlarımı kaldırmış bir şekilde sessizce sorar gibi baktım Ahmet'e. " Burada da söyleyebilirsin herhalde ne söyleyeceksen." Dedim sonra. Uzatmaya gerek yoktu.

Ahmet başını geriye doğru esnetip garip bir tepki verdi önce bana. Sonra derin bir nefes alıp " Son zamanlarda mutsuz görüyorum seni. Oturup konuşmayı daha uygun buluyorum." Dedi. Cesarete bak!

" Benim mutlu ya da mutsuz olmam seni neden ilgilendirsin?" diye tersledim önce Ahmet'i sonra hızımı alamadım. " Sen evli bir bayanla nasıl böyle konuşma teklifinde bulunabiliyorsun? Derdim olsa bile sana anlatacağımı nereden çıkardın hem?" diye giderek artan bir öfke ve ses seviyesi ile devam ettim sorgulamama.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now