Bölüm * 51 *

19.9K 1.4K 182
                                    


Hüzünlü bir sonbahar akşamında naif dokunuşlarla ağlayan bulutların ıslattığı sokağı seyrediyordum evimin penceresinden. Gece hazanın hüzünlü göğsünden kopan bir dem gibi kokuyor, ıslanan topraktan yeryüzüne bulutların feryadı yayılıyordu. Pencerenin camından aşağı süzülüyordu yağmur damlaları. Yağmur damlası... Ben de böyleydim işte; özgürce semadan inerken toprağıma kavuşmak yerine bir cama çarpıp dağılmış ve ince bir çizgi halinde iz bırakmıştım çarptığım o camın buğusunda. Ötesi yoktu yaşadıklarımın. Ya da başka bir tarifi var mıydı acaba?

Tam bir sene önce, böyle yağmurlu bir gündeydi. Çıplak ayaklarımla sert zeminin ıslaklığına aldırmadan koşarken önce cennet kokusuyla tanışmıştım. İlk önce ciğerlerime işlemişti bana vaat ettiği cennet. Sonra cenneti gözlerinde bulmuştum. Benim cennetimdi o dümdüz yeşillikler. Yeşillerinin kenarına kalın bir sınır gibi çizilen harelerindeki koyu lacivertlerse benim müptelası olacağım cehennem azabımdı. Kahrı da lütfu da güzel olandan kalbime emanet aldığım adam...

Sonra ruhunu keşfettim cennetimin. Güçlü bir bedene sığınmış yaralı ve kırılgan bir ruhtu onun taşıdığı. Yükü ağırdı. Öyle ki koca bir vatanı almış koynuna sonra da emanet bellemiş ve sırtlanmıştı sanki. Toprakları kuru, arazileri kurak, iklimi sertti şehirlerinin. Cennetim kendini cehennem sanan bir adamdı benim.

Tam bir sene olmuştu bana cennetin anahtarı sunulalı. Ve bir senedir hayatımda ve hatta ruhumda öyle çok şey değişmişti ki... Nice hayallerle başladığım okuluma zorla girmiş ve ikinci sınıfa geçmiştim. Şükür diyeceğim ama dilim varmıyor. Böyle okul okumayı içime sindiremiyordum. Ama bir yanımda okulu bırakıp da istediklerini yapmayı yediremiyordu kendine. Pes etmeyecektik. Başaramayacaklardı! Uğruna kocamın kanını döktüğü bu vatanı bir avuç kendini bilmeze kaptırmaya hiç niyetim yoktu. Elbet bir gün bize de sıra gelecekti. O güne kadar azimle duaya ve inatla direnmeye devam edecektik. Kaderimiz, çocuklarımızın ve hatta torunlarımızın kaderi bizim kanatlarımızın çırpınışından oluşacak o rüzgârla taşınacaktı geleceğe, kıymetli bir tohum gibi. Ve biz; semaların kanadı kırık şövalyeleri, psikolojik bu savaşta kalan son neferlerdik. Küçük aklımız ve minnacık boyumuzla koca koca adamlara direnmiştik. Boyumuza aldırmadan tarihi yeniden yazmak görevine taliptik.

'Gırtlağımda bir harf büyüyor' diyerek ayaklarını basa basa geçti içimden bir İsmet özel şiiri. Sonra durdu ve yüzünü bana dönüp 'uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor' diyerek haykırdı tüm asiliği ile. Gırtlağımda yutamadığım, adını koyamadığım acı tadını damağıma yayarak bir harf büyüyordu sanki... ( İsmet Özel – Partizan)

Ve benim şimdiye kadar yalnız başıma yürüdüğüm bu yolda bir yarenim vardı artık. Ruhumu yoran adam... Kokusuna ciğerlerimi feda ettiğim, soğuk duvarlarına çarpa çarpa kalbimi bilediğim adam...

Yine de yorulmuştu ruhum. Yirmi küsur senelik ömrümde biriktirdiğim acılar şu son bir senede yaşadıklarıma şapka çıkartır, saygı duruşu ile selamlardı belki de. Sevmenin acısını sevilmenin ilacıyla sarmalamaya çalışmış ve yamalı ruhuma yeni dikişler atmıştım. Bu sefer renkli iplerdendi dikişlerim. Kimse görmesin diye sakladığım siyahlarımdan soyunmuştum da gökkuşağını giydirmiştim sanki kalbime, gelinlik bir kızı süsler gibi.

Geçen sene... Bu zamanlar... Yine, böyle, yağmurlu bir gündü. Hicretime koşup cennetimin kırık dökük anahtarına kavuşmuştum.

Elimde kahve kupam camdan yansıyan ışıklı ve puslu görüntüye dalmıştım. Geceyi, bir genç kızın gerdanını süsleyen inciler gibi süslüyordu yağmur damlaları. Birden belime sarılan güçlü eller ve saçıma değen ılık bir nefesle irkildim. Bir hastanın yatağına kavuşması ya da bir bedevinin vaha bulması gibi garip bir rahatlama yayıldı bedenime.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now