Bölüm * 28 *

21.3K 1.6K 110
                                    

keyifli okumalar kınalı kuzular ...

**






       

Bizim Semih Beyle ikili görüşmemiz kısa sürmüştü. Ben muayenehaneye çevrilmiş odadan çıkıp antre gibi bir yerde duran sekreter bölümünün yanındaki koltuklarda tedirgin bir şekilde bekleyen Hamza'nın yanına geçtim. Kaygılı gözlerle bana baktı kınalım önce. Sonra içeri geçip doktorla kısa bir görüşme daha yaptı ve ardından sessizce neredeyse hiç konuşmadan, ne kadar renklerle süslense de insanın kalbini sıkan bu mekândan bir an önce ayrılıp Osman amcadan emaneten aldığımız arabamıza geçtik.

Bahar artık yeryüzündeki varlığını iyice göstermeye başlıyordu. Hava ılık ve ferahtı. Burnuma nemli toprağın, yeşeren çimlerin ve hatta nazlı bir gelin gibi açmaya başlayan kır çiçeklerinin kokusu geliyordu her nefesimle. Dünya, diye geçirdim içimden doktorun muayenehanesi gibi rengârenk boyanıyordu ama kalbimiz yine kış kıyamet olduktan sonra bunun bir anlamı kalmıyordu. Etrafı ışıkla çevrili bir odada karanlık bir kutuya hapsolmuş gibiydim. Yeşilin tazeliği mavinin ferahlığı ya da rengârenk çiçeklerin güzelliği önemini yitirmiş gibiydi. Gözlerim sadece solacak çiçekleri, batacak güneşi ve etraftan geçen belki kim bilir hangi dertle mücadele eden insanların mutsuzluğunu seçebiliyordu bu çerçeveden bakınca.

" Ne konuştunuz?" diye ilgisiz ama meraklı bir şekilde soru soran Hamza'nın sesi ile irkilip dalgınca baktım kocamın yüzüne. Bir süredir sessizce ilerlediğimiz yolda onun kafasından ne düşünceler geçiyordu acaba? Böyle dolandırmadan direk sorduğuna göre huzursuz olmuştu doktoruyla yalnız görüşmemden. Gerçi benim kocam lafı dolandırmayı bilmezdi. Ya susardı ya da böyle direk sorardı merak ettiği soruları genelde.

" Kocanın göreve gitmesine karşı kendini hazır hissediyor musun diye sordu." Dedim ben de, aynı ciddi ve net tavırla. Benim de evirip kıvıracak mecalim yoktu zaten.

Hamza kaşlarını kaldırıp dikkatini yola verdi bir süre. Sonra kırmızı ışıkta durduğumuzda kafasını bana çevirip " Sen ne söyledin?" diye sordu. Kendimi bir askerin sorguya çektiği anarşist kız gibi hissetmeye başlıyordum yine.

" Hazır değilim. Buna hiçbir zaman hazır olmayacağım. Sen bakkala ekmek almak için gittiğin zaman bile kalbimde depremler oluyor benim." Dedim tüm asiliğimi kuşanmış bakışlarımla kınalımın koyulanmış yeşil harelerinin içinde kaybolurken. Sonra derin bir nefes alıp omuzlarıma verdim tüm yükümü. Başımı eğdim ve konuşmaya devam ettim. " Ama razıyım. Bunu bilerek evlendim seninle. Ben kalbime aldığım adamın misafir olduğunu, aklının ötelerde olduğunu bile bile sevdim seni. Şikâyet edemem. Seni özgürlüğünden alıkoyacak değilim. "

Gözlerim yanıyor burnum sızlıyordu. Ama ağlamayacaktım. Sana gitme diyemem ama kal benimle mesajı vermek istemiyordum kocama. Kafasını daha da karıştırmak istemiyordum. Ben onu dünyaya bağlayan bir ağırlık gibiydim. Tam kurtaracakken kendini şimdi, gözlerimin önünde, çırpındıkça çaresizlik içinde dibe battığını görebiliyordum.

Hamza sustu. Eve geçene kadar konuşmadı. Akşam yemeği için Gülsüm annelere geçmiştik o akşam yine. İkimiz de birkaç ay önceki rollerimizi sergiledik yine acemice. Mutluymuşuz gibi yaptık. Her şey güzelmiş dünya bizim için dönüyormuş gibi, çiçekler kalbimizde açıyormuş gibi yaptık.

Gece geç saatte eve geçtiğimizde ikimiz de yorgunduk. Bedenlerimiz yorulmuştu ama ruhlarımız çok daha yorgundu belki de. Yatsı namazlarımızı Gülsüm annemlerde kılmanın rahatlığı ile üzerimizi değiştirip usulca yatağımıza geçtik. Kafamızda uğuldayan onca düşünce varken dudaklarımızı oynatıp da sesimizi çıkaracak gücümüz kalmamıştı. Biliyorum, kınalım da kaygılı ve düşünceli gözlerle bakıyordu gözleri ile gözlerim her buluştuğunda.

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now