* Bonus Bölüm *

20.3K 1.7K 258
                                    

selam kınalı kuzular,

bu bölümde Hamzayı biraz daha iyi anlayacağımızı umut ediyorum. bölüm sonunda bana biraz kızabilirsiniz ama :(

bu arada kısa bir süre kafa tatili yapmak istiyorum izninizle şöyle bir iki hafta dinleneyim. bu Hamza beni çok yordu gerçekten. yıllık iznimi kullanmak istiyorum :)))

sonra çok daha iyi bir şekilde buralara geri döneceğim inşaAllah...

selam ve dua ile kalın...

seviyorum sizi...

**









       

" Şuram ağrıyor komutanım." Dedi Ömer.

Hamza komutan başını salladı ve acı bir tebessümle karışık verdi Ömer çavuşa. Burada en sık rastladığı şikâyet buydu zaten. Buram ağrıyor, işte tam buram, sol yanım...

" Terhis olana kadar ağrır orası Ömer. Çok ağrıyorsa revire görün. " dedi Hamza. Son günlerde askerlere verebilecek pek fazla morali yoktu. Kendi de sıkılmıştı buralardan. Onun da tam sol yanı kopup düşecekmiş gibi ağır ağır ağrıyordu. Hamza komutanın da canı yanıyordu!

Tam iki haftadır bu dağların arasında sıkışıp kalmış ve daralmıştı ruhu. Gittikleri görevler boş istihbaratlar çıkıyordu. Birçok arkadaşı şehir merkezlerinde pasif görevlere çekilmişti. Hamza ise direnip doğuya gelenlerdendi. O bunca ölümü gördükten sonra yapamazdı şehrin rahatında. Huzur bulamazdı oralarda.

Neredeyse on beş gündür sınır karakolunda komutanlık yapıyordu. Karakol komutanı Üsteğmen Bilal izne çıkmış yerini de Hamza'ya emanet etmişti. Bu garipti. Bir asker polise sınır karakolunu emanet etmezdi belki ama şuan sınırdaki rütbesi en yüksek asker/polis Hamza komutandı.

Tam on beş gündür helikopter gelmemişti. Buradan şehre ulaşmanın başka yolu yoktu. Ulaşımı imkânsız, cehenneme birkaç kilometre uzaklıkta bir yerdi burası. Kartalların konuşlanacağı sürüngenlerin gözlerini diktiği yükseklerdendi. Etrafı sarp dağlar ve kayalıklar, çorak ve kuru vadilerle çevriliydi. Havası soğuk ve kuru, en sıcak yaz gününde ayaz yapacak kadar serin ve haşindi. Yine de cennet gibi bir ülkenin en mahrem ve belki de en kıymetli toprak parçasıydı. Sınırdı, vatandı, namustu.

" Uyuyamıyorum komutanım." Diye devam etti Ömer sızlanmasına.

Derme çatma bir yapının içinde kalıyorlardı. Elektrik saatleri sınırlıydı. Su varillerin insafında tasarruflu kullanılmak zorundaydı. Televizyon kanallarının net çekmesi bir mucize gibiydi. Zaten günün en az on altı saati pusu tepesinde nöbet tutmaktan yorgun düşmeye bile fırsatları olmuyordu bu yiğitlerin. Uyku haramdı onlara. Uyumak demek ölmeye bir adım daha yaklaşmak demekti. Her an tetikte olmaları gerekliydi. Tek gözleri kapansa bile diğer gözleri nöbet tutmaya devam etmeliydi. Peki, nöbet işe yarar mıydı? Hayır! İlk ölen pusu tepesinde, düşmanı ilk gören erdi her zaman. Yine de hiçbiri pusu tepesini boş bırakmak istemezdi. İlk ölen olacaklarını bilseler de...

" Tamam Ömer Çavuş. Revire söyleyeyim sana şu rahatlatan bitki çaylarından yapsınlar." Dedi Hamza Komutan ve askerin omzunu sıvazladı. " Dayan evladım, ne kaldı terhisine?" dedi gülümseyerek. Bir ay mı kalmıştı? Artık saymıyordu ki Ömer? Burada bir günün bir yıla eşit olduğunu anladığından beri duvara çentik atmayı da bırakmıştı.

" Peki, komutanım." Dedi başını sallayarak. O da biliyordu kalbinin sızısının buralardan uzaklaşmadan bitmeyeceğini. Ama lanet helikopter gelmemişti bir türlü. On beş gündür yolunu gözlüyordu Ömer çavuş helikopterin. Ah içine bir atabilseydi kendini belki Ayşe'sini son bir defa daha görürdü dünya gözüyle. Sızı da kalmazdı rüya da görürdü belki. Ah Ayşe'sini bir görseydi derdi kalır mıydı ki?

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now