Bölüm * 12 *

30.2K 2.2K 219
                                    




selam kınalı kuzular

keyifli bölümlerle devam edeceğiz inşaAllah..

aşuremi ayırım bana dua edin olur mu?

bir de merak ediyorum hamza ve yağmur için instagram hesabı açsam gelir miydiniz acaba??

selam ve dua ile..


**






O gün akşama kadar heyecanlı bir bekleyişle bekledim kınalımı. Eve sığamıyordum. Oturduğum yerde duramıyordum. Defalarca kıyafetimi değiştirdim. Evi topladım. Gece yatana kadar ellerimin ayağımın titremesine engel olamamıştım. Ha geldi ha gelecek derken gece yarısına kadar telaş yapmıştım ama sonra bir anda ümidimi taşımaktan bezgin düşüp kuytu bir kenara bıraktım ve umutsuzca yorganın altına sakladım kendimi. O kadar özlemiştim ki kınalımı İstanbul'da görünce eve de gelir sanmıştım. Ama o görevdeydi yani gelmişken uğrayayım diyemezdi demek ki. İmkânı olsa gelir miydi acaba? Gelmezdi, biliyorum. Zaten benden kaçmak için gitmişti apar topar. Ve İstanbul'a kadar gelip evine de uğramamıştı yine benim yüzümden. Ben neymişim be arkadaş! Koskoca adamı yerinden yurdundan ettim evine, parasına kuruldum küstahça. Yattığım yatağın rahatlığı bile diken gibi batıyordu kalbime. Ağlaya ağlaya uyumuştum yine. Hamza aklıma düşünce gözyaşlarım hazırda bekliyordu sanki firar etmek için. Bu gece onları özgür bıraktım yine.

Sabah namazına kalktığımda kendimi Şafak'ın geceleri eve zil zurna sarhoş geldiği günlerin sabahına uyanışı gibi hissediyordum. Gözlerim şişmişti tahminimce çünkü göz kapaklarımı ne kadar açmaya çalışsam da dar bir aralıktan bakıyordum dünyaya. Yorgun hissediyordu bedenim ve başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Yine de telefonumun alarmını bezgince kapatıp abdestimi aldım ve namazımı kıldım. Güneş doğana kadar da dua ederek geçirdim vaktimi. Sonra ufak bir kahvaltı hazırlamak için mutfağa girdim. Zaten uykum yoktu. Bir gün önce izlediğim şehit cenazesi ile de kafam iyice duman olmuştu. Hamza'nın yaşattığı hayal kırıklığından bahsetmek bile istemiyorum artık.

Gün ışıyıp etraf iyice aydınlandığı sıralarda evin kapısı çalındı. Kafamda bin bir düşünce belirdi kapı sesi ile. Kötü bir haber miydi? Kesin kötü haberdi, ya da Şafak baskınıydı. Belki de iki kere nezarete girince eve kadar gelip alıyorlardı. Kalbim yokuş aşağı salınan bir taş gibi paldır küldür, düzensiz ve hızla atıyordu. Sabahın beşinde kim gelirdi ki?

" Kim o?" dedim kapıyı açmadan, arkasında durup çekingen bir sesle.

" Benim." Dedi. Benim! " Hamza." Hamza! Sesi beynimde yankı yapıyordu aynı anda.

Nefesimi tutup kapıyı açtım. Gözlerim şiş, üzerimde pembe kalpli polar pijamam, kıvırcık saçlarım kabarıp kuş yuvasına dönmüş pejmürde bir haldeydim. Hamza sivil giyinmişti. Yorgun ama gücünden, heybetinden ödün vermeden duruyordu karşımda. Sapasağlam, dipdiri...

Hiçbir şey söylemeden bir adım geri çekildim eve girmesi için. Bavulunu içeri kadar getirdi ben de peşinde sessizce salona geçtim. Bir söz çıkmıyordu boğazımdan. Sanki kelimeler düğüm olmuş gözyaşlarımın arkasında saklanıyordu. Önce ağlar mıydım yoksa bir şey söylemeye vaktim olur muydu kestiremiyordum. İçeri girdikten sonra düşüncelerimi toparlayıp " Hoş geldin." Dedim cesaretten yoksun cılız bir sesle.

Bana döndü, kısa bir süre baktı. Ben başımı eğip ellerimle oynuyordum gergin bir bekleyişle. Evet, yeni bir evli çift gibi ayrılmıştık havaalanında ama şimdi ne olacaktı bilmiyordum açıkçası. Yine yabancı rütbesine geri düşmüş müydüm acaba kınalımın gözünde, şu son bir ay içinde? Hani gözden ırak olunca gönülden de ırak olmuş muyduk acaba?

YAĞMUR'UN SESİ Where stories live. Discover now