0.0 | kont dracula

11.6K 454 498
                                    


Karanlığın pençesine düşmüş dağlar ardına saklı, denizin hırçın dalgalarının yonttuğu kayalıklara bir kuş yuvası gibi konmuş, öten kargalarla sarsılan taş duvarlarıyla masum köylülerin yaklaşırken ayaklarının birbirine dolandığı yüce şato, ölü bir adamın ciğeri gibi bekliyordu Transilvanya'nın derin çukurunda.

Yıllar ama yıllar geçse dahi Kont Dracula'nın eski, egzotik ve bir o kadar gotik şatosu canlanmıyordu. Oksijenin sızmaya gerek duymadığı taş duvarların arkasında görünmez fısıldamalarla kopan fırtınalar yoktu. Yüce şato, yüzyıllardır derin bir uykuya bırakmıştı kendini.

Evet, ölü değildi şato. Bilakis bir o kadar canlıydı fakat unutulmuştu. Kont Dracula ve vampirleri unutulmuştu. Tüm dünyayı, büyücüleri ve yaratıkları yenmiş olan asil vampir soyu, zamana yenilmişti. 

Kont Dracula, son geçen iki yüz yıldır olduğu gibi yüksek koltuğuna rahatsızlıkla oturmuştu. Bu şatonun ardında, geniş yemek masasının ucunda başı eğik duran ceset dışında kimse yoktu. 

Kont Dracula'nın, zamanın sömüremediği simsiyah saç telleri dağınıkla yüzüne dökülüyordu. Sağ dirseğini sandalyesinin kenarına yaslamış, çenesini ise yumruğunun üstüne zarafetle yerleştirmişti. Çıkık çenesi, geniş elmacık kemikleriyle süslenmişti. Belki de günlerdir oturuyordu o kırık dökük sandalyede. Öylece duruyor ve karşısındaki cesete bakıyordu.

Ceset, neredeyse üç yüz seksen iki yıldır sandalyesinde oturuyordu. İki diş izinin kazındığı boynu yok olmuştu. Kıyafetleri çürümüş ve göğüs kafesini ortaya sermişti. Tam da göğüs kafesinin içinde bordoyla kahve arasında renklenen bir kazık vardı. Artık o cesette böceklerin bile yiyebileceği bir parça yoktu.

Dracula, sol elini masaya uzatıp gümüş kadehi soğuk parmaklarının arasına aldı. Kadehten taşan birkaç damla kan özenle kurumuştu yakut süslemeli taşların üzerinde. Fakat Dracula'nın ne kurumuş kanları ne de kuruyacak kanları umursadığı vardı. O böyleydi işte! Yüzyıllardır, ölümsüz bir cesetti. Karşısındaki kemik yığınından daha sefildi. Tek zevki, avlarının taze kanını gümüş kadehinde içerken karşısında ki ceseti incelemekti yüzyıllardır.

Peki ya bu yüce vampir neden bir anda düşmüştü böyle? Dracula'nın çelik kadar güçlü aklı hiçbir anısını unutmaya izin vermezdi. Kont Dracula, koyu kıvamlı kanı içerken gözlerini güvelerin yer yer kemirdiği masadan çekemiyordu. Gözlerini diktiği yerde ise gördükleri bir masa değil, artık tarih olan geçmişiydi.

Karşısında oturan, artık kokusu bile duyulmayan eski ceset en sadık hizmetkarı Victor'a aitti. 17. yüzyılın başlarından beri orada oturuyordu sadık hizmetkarı. Zavallı köylülerin, burnu havada bir avcı ile Victor'un donuk kalbine kazığı saplayışından beri hiç zaman geçmemişti sanki!

Dracula, bir yudum daha aldıktan sonra koyu kandan, kırmızı gözlerini dinlenmenin aksine olanları daha rahat düşünmek için kapattı. Daha soluk göz kapaklarını yeni gözlerine örtmüştü ki şatonun girişinde yankılanan keskin sesleri hissetti. Tok ayakkabı sesleri, kendinden oldukça emin ve sakindi. 

Yaşlı Dracula, az önce sandalyesinde tembellik eden kendisi değilmiş gibi çevik bir hareketle fırladı yerinden. Siyah pelerini arkasından havalanırken geniş ön bahçede yürüyen kadını daha rahat gördü ellerini dayadığı pencere pervazından. Simsiyah pelerini omuzlarından aşağı dökülüyordu kadının. Parlak ve siyahtı. Pelerinin altına yine siyah bir cüppe giymişti ki her adımında cüppe havalanıyordu. Kendinden emin ifadesinin yanı sıra büyüleyici güzellikteki yüzü normal bir erkekte şehvetten başka duygu uyandırmazdı herhalde. Kafasından aşağı, pelerinine dökülen koyu renk saçları bakımlı ve temiz görünüyordu. Kont Dracula, ön bahçesine izinsiz giren bu kadını elbette tanıyordu.

Victoria.

Dracula'nın eğer kalbi atıyor olsaydı, o an teklerdi. 

Ellerini yasladığı sert pencere pervazından çekti. Victoria, sevgili sadık yoldaşının kız kardeşiydi. Victor'un ölümünden sonra kayıplara karışan genç kadın bir gün çıkıp gelmesi oldukça merak edilesiydi. Yine de Kont Dracula bu durumu ne irdeledi ne de sorguladı. Tek istediği kavuşmaktı.

Dracula, yemek odasını hiç olmadığı kadar büyük bir kuvvetle geçti. Merdivenleri ağırbaşlı fakat bir o kadar heyecanla indi. Ölü bedeni bu kadar heyecanlanmayalı beş yüz yıl oluştu herhalde.

Şatonun demir parmaklarının ardında görünüyordu Victoria. Bir an saçlarının arasından kafasını kaldırıp parmaklıkların ardındaki yüze baktı. Efendisini, Kont Dracula'yı, görmesiyle beraber ise taparcasına selam verdi. 

"Efendimiz," dedi sonsuz ve minnettar bir saygıyla. Dracula'nın ince ve uzun tırnaklı parmakları demir parmaklardan oluşmuş kapıyı bir çekişte söküp fırlattı.

Dracula, kendi ayaklarına kapanan kadına baktı. Birinin eteklerine yapışmasından beri ne çok zaman geçmişti!

"Victoria..." dedi insanı cezbeden bir tonda. Fısıldarcasına çıkmasının yanı sıra sesi duyup duyabileceğiniz en hırslı sesti.

"Geri dönebildim. Babamın akıttığı kanlarla ıslanmış bu kutsal topraklara geri döndüm efendim. Kabul edin beni, bu naçiz bedenimi, yüce şatonuza. Yalvarırım, beni kabul edin." Az önceki tüm şehvet kaçmıştı dudaklarından kadının. Artık sümüklü bir böcek misali Kont Dracula'nın kırmızı-siyahlı pelerinine yapışmıştı.

Dracula, kızı değerindeki bu kadının çenesine uzandı. İnce parmaklarıyla sıkı sıkı kavradı. Eğer birazcık daha sıksaydı ellerini, Victora'nın zayıf kafatası yerinden kolaylıkla kopabilirdi. Victoria, karşı koymadı ama. Yaşlı efendisinin kendisini esir almasına izin verdi.

"Benim zarif kızım..." dedi Dracula çenesinden tuttuğu kızı eğildiği taş zeminden kaldırarak. İkisinin de gözlerinde ay ışığında parıldayan yaşlar vardı. "Evine hoş geldin." Bir baba ne kadar soğuk olabilirse, o kadar soğuktu Dracula.

"Ben, bu taş duvarlara hapislenmek için geri dönmedim, efendim. Dünyadan size haberler var." dedi Victoria gözyaşlarını adeta süngerle çekilmiş gibi yok ederek. Sesi eski zavallılığından öte yeniden hırslı bir tona dönmüştü.

Bir şimşek çaktı Dracula'nın parlak gözlerinde. Dili, kalın ve dolgun dudaklarının üstünde açlıkla gezdi. İri dişleri, dudaklarını daha da gergin gösteriyordu. "Söyle." dedi net ve kesinlikle.

"Büyücüler, efendim." dedi Victoria haberleri ulaştırmanın zevkiyle. "Safkanlar tekrar yücelmeye başladı. Büyücüler yıkılıyor ve parçalanıyor, efendim. Savaş yaklaşıyor."

Dracula'nın kalın kaşları gerginlikle havalandı. "Kim bu safkan?" dedi hayretin aksine gayet sakin bir tonda. 

"Lord Voldemort!" dedi neşeyle Victoria. "İşte sonunda efendim, dişinize göre bir düşman ufukta doğuyor."

***

Merhabalar, merhabalar! Bir harry potter fanfic'i için farklı bir başlangıç yaptığımı biliyorum. Ancak bu hikayede amacım klasiğin ötesine geçmek ve umarım bunu size beğendirerek yaparım.

Golden Black'ten sonra adam akıllı yazdığım ikinci kurgu diyebilirim. Üstelik temelleri her ne kadar üç yıl öncesinde atılmış olsa da yazmak şimdiye nasip oldu. Umarım alnımın akıyla da tamamlarım. 

.

işte buraya dracula'mız için bir edit bırakıyorum. 

kanalıma da abone olursanız sevinirim :**

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.



Creatures of the Night ◈ the Maraudersحيث تعيش القصص. اكتشف الآن