biliyorum, benim trenim seni eve götürebilir

7.8K 1.2K 250
                                    

parlak ay, karanlık gökyüzünde dalgalanıyorken;

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

parlak ay, karanlık gökyüzünde dalgalanıyorken;

Öküzlerin çekmekte olduğu kağnı yavaş bir şekilde ilerkerken eski püskü kıyafetlerin içindeki birkaç kişi tahtaların üzerinde oturuyor, kağnı yoldaki minik çakıl taşları yüzünden sallanırken düşmemek için sıkı bir şekilde tutunmaya çabalıyorlardı.

İçlerinden biri, tüm bu sallantılardan yorgun düşen midesi yüzünden kusmak istiyor, bembeyaz yüzü ile öylece bakıyordu yakınlarından geçtikleri evlere. Gözleri tüm ülkenin karmaşası, açlığı ve savaşın bıraktıklarına şahit olurken parmakları yakınında olan bedenin koluna tutundu, tırnakları ince kumaş parçasını delerek tene batarken yanındaki adam tek kelime etmiyor, kucağında tuttuğu ellerine bakmaya devam ediyordu.

"Komutan Park."

Fısıltısı rüzgârın içinde dağılırken karışmış aklı ile ona bu şekilde seslenmemesi gerektiğini hatırladı, dili dudaklarında gezinerek ilk olarak Komutan'ın gerçek adını içinden dile getirdi. Kanı hızlanarak kalp atışları göğüs kafesini zorlarken yaşadığı heyecan ellerinin titremesine sebep oluyordu. Dudakları aralandı, konuşmadan önce kısa bir an bekledi çünkü bu anın tadını çıkarmak istiyordu. Onun adını ilk kez dile getirme şansı kendini bulacaktı ama yapamadı, gözleri kapanarak başını geriye, samanlara yaslarken dudakları mühürlendi.

Çeşit çeşit meyve ağaçlarının sardığı, bahçesinde taze suyun çekildiği bir kuyu ve çiçek kokuları ile donanmış bir sarayda, tüm herkes sadece ona hizmet etmekle görevlendirilmiş hâlde büyümüş olan Prens Sejong.

Bir kağnıda yolculuğuna devam ederken gözlerini tarla başlarında çalışmak zorunda olan küçük çocuklar, zayıf halk, düşman askerlerinin her köşe başını tuttuğu bir ülke görüyordu şimdi. Boğazı düğüm düğüm, gözleri yaşlarla nemlenmiş hâlde onları izlerken bir gün önce rahat bir divan üzerinde oturmuş, onun için hazırlanmış olan sıcak çorbayı içiyor olduğu için utanç duyuyordu. Savaşın kötüye gittiğinin, ülkenin düşmanlaela çevrili olduğunun pek âlâ farkında olacak kadar erişkin lakin anlamlarını tam kavrayayacak kadar toy bir zihni vardı.

Bebeğini kumaş parçaları ile sırtına başlamış, pamuk tarlasında parmakları dikenlerle yara içinde kalmış kadını çalışırken görmek, nefeslerini düzensizleştiriyordu. "Majesteleri." Tenine batan tırnakların acısı ile yüz ifadesi değişirken bakışlarını hemen yanındaki Komutan'a çevirdi, ona seslenişi bile öyle usulca ve ustaydı ki, bir an Prens Sejong yanlış duyumsuyor olduğunu sandı. "Ülke..." Sesi çıkmadı, sözcükler dudaklarından dökülerek somut bir varlığa bürünemedi. Yüreğine binen yük, ruhunu acılarla dolduruyordu. "Evet efendim. Ülke perişan hâlde. Bu yüzden gitmeli, sizi saklamalı ve hayatta olduğunuza emin olmalıyım." Ses öyle buğulu, bir camın ardında saklı gibiydi ki, Komutan ona bir rüyanın içinde de sesleniyor olabilirdi.

aşk ve diğer hazin şeyler' taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin