Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)

21.3K 1.9K 963
                                    

 

Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları

  Pergamon'daki bir gölün kıyısına vardığımızda suyun içine girmek yerine küçük bir tekneyle geldiğimize memnun kalmıştım. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve iliklerime kadar donmuştum. Hava o kadar soğuktu ki Rae'nin sıcaklığı bile beni ısıtmaya yetmiyordu.

Dişlerimi birbirine geçirdim, kollarımı kendime doladım.

Önümüzde uzanan şehri tüm yağmura ve rüzgara rağmen seçebiliyordum. Şehirden fazla uzak değildik ama yine de pek de yakın sayılmazdık. Rae'nin gücü hepimizi kavrayıp şehirdeki devasa bir sunağın önüne bıraktığında yürümek zorunda kalsaydım ölebileceğimi düşündüm.

Sunağın merdivenleri o kadar gösterişliydi bir an durup onu incelemekten kendimi alıkoyamadım. Rae sessizce yanıma süzüldü, kollarını omuzlarıma doladı. Onun bedeninin sıcaklığı benimkine aktı. Dudakları boynuma yerleşirken, "Babamın sunağı," diye mırıldandı. "En sevdiği sunaklarından biridir."

Tara da sunağa kısa bir bakış attıktan sonra sırtını ona döndü, şehri inceledi. Sabırsız gözleriyle etrafı süzdü. "Sophia'nın meyhanesi ne tarafta?"

Sorusu üzerine Rae'ye baktım, basitçe omuz silkmekle yetindi. "Sana onun biraz tuhaf olduğunu söylemiştim," dedikten sonra sıcak eli benimkine indi ve yürümeye devam etti.

Yürüdükçe kuruduk, yağmur damlaları bize ulaşmaz oldu. Bunu hangisinin yaptığına emin değildim ama minnettardım. Gerçekten ıslanmaktan nefret ediyordum ve bu beni sanki yeterince huysuz değilmişim gibi daha da huysuzlaştırıyordu.

Dikkatimi ilk çeken şey şehrin inanılmaz bir düzene ve temizliğe sahip olduğuydu. Öyle ki yağmura rağmen kıyafetleri çamura batmış ya da lekelenmiş tek bir insan görmek bile mümkün değildi. Herkesin cildi sağlıkla parlıyor, acelesiz tavırları her hareketlerinden belli oluyordu.

Bu insanlar mutluydu.

Meyhanenin önüne geldiğimizde Rae durdu, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Önceki hayatında seninle hiçbir zaman oturup bir şeyler içememiştik," dedi. "Sadece bir keresinde beni geneleve kadar takip etmiştin, o kadar."

Sözleri beni şaşkınlığa uğrattı, elimi elinden çektim. "Geneleve mi gidiyorsun?"

Rae kahkaha atarken Tara memnuniyetsiz bir tavırla ikimizi de süzdü. "Öyle bir şey değildi arsız ölümlü," derken sesinde gizleyemediği bir keyif vardı.

Tara boğazını temizledi. "Şu an en son isteyeceğim şey sizin aranızdakileri dinlemek." Ahşap kapıyı eliyle iterek açtı. "Buraya ne için geldiğimizi hatırlayın."

Rae'ye baktım ama yine de bunun üzerinde fazla durmadım. Hatırlamadığım bir şey için ona kızmanın saçma olacağını çok iyi biliyordum.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now