Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım

16.2K 1.8K 1.3K
                                    

Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım

Antios benim için gelmişti. Sözleri hem bir yemin hem de bir vaatti. Beni de beraberinde Tartarus'un derinliklerine götürene kadar durmayacak, ikimizin adını tarihe yeni Hector ve Akhilleus olarak kazıyacaktı.

Derin bir nefes daha alıp defne yaprağının kokusu ciğerime yapışana kadar içime çektim. Ekşi kokusu ciğerlerimden aşağı inerken bakışlarım biraz daha karardı. Savaşın beşinci gecesi, katliamın ise en kötü günüydü. Antios'un onlarca askerimizin kafasını gövdelerinden ayırmasını izlerken yapabilseydi aynılarını bana yapacağını çok iyi biliyordum.

Gözlerimi sıkıca kapatıp zihnimi tüm korkularımdan arındırmaya çalıştım. Bir şeyler görmem lazımdı, ihtiyacım olan tek bir kehanetti. Bana bir geleceğim olduğunu anlatacak, tek bir kehanet. Daha fazlasına ihtiyacım yoktu.

"Mara?"

Helene'nin sorgulayan sesi tapınağın duvarlarına çarpıp beni bulurken gözlerimi yeniden açtım. Rae'nin devasa heykelinin ayaklarının dibine çöktüğüm yerden kalkmadan onun bana gelmesini bekledim. Kanıma karışan defne özü başımı döndürüyor, uzuvlarımı gevşetiyordu.

Mumların ışığının altında karanlık bir gölge gibi süzülerek yanıma ulaştı, alevler sarı saçlarında titreşti.

Buz gibi bakışlarını suratımda gezdirirken yanıma oturduğunda onun yalnız olmadığını anladım. Naia da tapınağın gölgelerinin içinden sıyrılarak yanıma ulaştı.

İkisi de yanıma oturduğunda dudağımı ısırdım. "Korkuyorum," diye itiraf ettim. "Ölmekten çok korkuyorum." Kelimelerin dudaklarımdan zahmetli bir şekilde dökülmesine sebep olacak kadar defne yaprağı çekmiştim.

Naia başını omzuma yaslarken Helene uzanıp elimi tuttu. "Ölmeyeceksin," dedi sakince. "Kimse senin ölmene izin vermeyecek."

Yutkundum. Buna izin vermeyeceklerini çok iyi biliyordum ve asıl korktuğum da zaten buydu. Benim ölmemem için kaç kişinin öleceğini tahmin bile edemiyordum.

Helene'nin kolundaki bileziklere dokundum, metal yüzeylerini parmaklarımın arasında hissettim. "Tüm bunlarla nasıl başa çıktın?" diye sorarken boğazıma çoktan güçlü bir yumru oturmuştu bile. "Bir şehir senin için düşerken sen nasıl ayakta kaldın?"

Helene'nin parmakları benimkilerin etrafında kenetlendi. "Kaçtım." Sözleri o kadar keskin ve netti ki canımı acıttı. "Her şeyden, aşkımdan ve gururumdan kaçtım. İsminin başına Troyalı diye eklenmesinin ne kadar ağır olduğunu biliyorum."

Başımı salladığımda suratım Naia'nın sarı saçlarına sürtündü. "Troyalı Helene ve Troyalı Mara," dedim. "İki kadın, iki Troya Savaşı."

Naia yumuşak kahverengi gözlerinin içinde dolanan soru işaretleriyle kafasını kaldırıp bana baktı. "Burada tek başına ne yapıyorsun?"

"Kehanetleri arıyorum," dedim. "Anlaşılan o ki kehaneti bilmezsem fısıldayamıyormuşum."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now