Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)

18.3K 1.8K 1.1K
                                    

Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın 

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın 

Nefes nefese dizlerimin üzerine çöktüğümde Phoiniks ona doğru savrulan gücümden son anda kaçmayı başararak geri çekildi. Hastalığı yeni atlatmış bedeni ayakta durmakta güçlük çekiyordu ama bunun tek sebebi hastalık değildi.

Öyle olmasını ne kadar çok istesem maalesef değildi. Bir diğer sebep bendim, ben ve bir türlü dizginlemeyi beceremediğim o lanet gücüm.

Yaklaşık üç yüz asker önümde uzanan eğitim alanında baygın bir şekilde yere yatmıştı. Derin derin soludum ve yarattığım tahribata baktım. Rae geride bir yerlerde homurdanırken dikkatimi dağıtmasına izin verdim. Buna kesinlikle ihtiyacım vardı çünkü yeni bir kontrolsüz güç dalgasının içimde yükseldiğini hissedebiliyordum.

Tara kaşlarını çattı ve yaylarıyla beraber ayağa kalkmaya çalışan kadın askerlerinden birkaçına yardım etti. Güçlü elleriyle onları dirseklerinden kavradı, tek tek her birinin nasıl olduğunu kontrol etti. En sonunda yayını öfkeyle yere fırlattı, ahşap ortasından çatırdayarak kırıldı. "Lanet olsun Mara, biz düşman değiliz."

Phoiniks ciğerlerinin söken bir öksürük nöbetine girmeden önce, "Üstüne gitme," diyebildi. Sözlerinin devamı acı öksürükler tarafından yutulduğunda Helene ona yardımcı olmak için eğitim alanına çıktı. Son birkaç gündür özellikle yaraladığım askerleri iyileştirme konusunda üstün bir çaba gösteriyordu.

Dizlerim nemli çimenlerden ıslansa da bunu umursamadım. Parmağımdaki dövme bir nabız gibi atıyordu ama asıl büyük sorun bu değildi. Asıl büyük sorun güçlerimin dizginlenemez olmasıydı. Ciğerlerime dolan her nefes bir sonrakini içeri yakıyor, gücüm dışarı çıkmak için duvarları yumrukluyordu.

Rae göğüs zırhını tutan ipleri çözme zahmetine bile girmeden doğrudan koparttı, zırhı yere fırlattıktan sonra yanıma gelip beni ayağa kaldırdı. Tuniğinin kaymış yakasından boynundan tüm suratına yükselen kırmızılığı görebiliyordum. Rae öfkeliydi ve öfkesinin sebebi de bendim.

Elimde tuttuğum kısa kılıcı aldı, terli saçlarımı suratımdan çekti. "Kendini öldüreceksin," dedi sıkılı dişlerinin arasında. "Buna daha fazla göz yumamam." Kılıcı toprağa öfkeyle sapladığında tüm bedeni titriyordu.

"Ben iyiyim," diyerek ondan uzaklaşmaya çalışsam da dengemi korumakta güçlük çekerek yalpaladım, Rae'nin elleri beni dirseklerimden yakalamasaydı birkaç dişimi kaybedecek kadar sert bir şekilde düşeceğime emindim. Yine de dizim öne doğru bükülmüş, bacaklarıma korkunç bir acı saplanmıştı.

Ağırlığımı taşımak için bana sarıldığında vücudu sertti. "Ölümün bedenindeki etkilerinden kurtulman lazım." Sıkkın nefesi suratımdaki saçları havalandırdı. "Adağının karşılığını ne şekilde vereceğini bilmiyoruz ama önce ölümün gölgesini üzerinden atmamız gerek." Rae bunun ne demek olduğunu iki gün boyunca bana defalarca anlatmıştı ve her defasında siniri de katlanarak artmıştı. Ölümün yoğun gücü ve enerjisi benimkini ya bastıracaktı ya da uçlara çıkartacaktı. Her iki durumda da kontrol edilemezdim ve savaşın hemen öncesinde bunun olması en kötü kabuslarımızdan bile beterdi. Bir silahtım ama nereye saplanacağım ya da nereden sekeceğim belirsizdi.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now