Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine

17.9K 1.8K 1.1K
                                    

Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine

Suyun içinde dönüp duran girdap beni derinlere çekerken elimi uzatıp Rae'ye tutunmaya çalıştım ama çoktan bir başıma kalmıştım. Çok uzaklardaydı ve ondan uzaklaşır uzaklaşmak onun varlığına olan ihtiyacım da artmıştı.

Ciğerlerimdeki son hava orada kalırken bununla tek başına yüzleşmem gerektiğinin farkındaydım.

Ölümle herkes yalnız yüzleşirmiş. Nasıl tek başına doğuyorsan ölürken de Kayıkçı'nın seni alması için beklediği yere tek başına varırmışsın. Tek bir kayık, tek bir yolcu, tek kişilik geçiş ücreti. Ölüm ruhunu alıp da yeraltı dünyasının kapılarına bıraktığında son yolculuğuna çıktığını anlarmışsın. İstesen de istemesen de fani hayatını geride bırakıp, yürürsün kapılarının içinden ölülerin diyarının.

Bir saniye önce suyun içinde dönüp dururken bir saniye sonra siyah ince kumlardan oluşma bir sahilin kıyısındaydım. Su hala önümde akıp bedenime çarpıyor, beni geri çağıyordu.

"Mara."

Ölümün sesini işittiğimde parmağımda dövme yandı, sahibinin geldiğini belli etmek ister gibi zonkladı. Ruhumun her kırıntısı onun varlığıyla parçalandı, yeniden birleşti ama kaynama yerleri yanlıştı.

Onu görmek için etrafıma baktım ama tek görebildiğim yan yana, aynı anda gökyüzünde duran güneş ve aydı. Hava durağan, ciğerlerime çektiğim nefes bile tek düzeydi. Burada her şey durmuş, Ölümden alacağı emirle yeniden akmayı bekler gibiydi.

Ölümle yaşamın sınırındaydım, bunu bana kimse söylemese bile böyle olduğunu anlayabiliyordum. Eskiden rahibeler bize öldüğümüzü mutlaka anlayacağımızı çünkü ölümün dokusunun yaşamın dokusundan daha farklı olduğunu anlatırlardı.

Rahibeler haklıymış.

Hala çıplaktım bu yüzden kendimi korumaya çalışarak kollarımı bedenime sardım. Siyah taneli kumlar ayaklarımın altına batarken yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm.

Uzaklarda bir yerlerde yükselen dumanları gördüğümde oraya gitmem gerektiğini anladım. Kara duman göğe yükselirken kıvrılıyor, ay ve güneşe doğru süzülürken saydamlaşıyordu. Havadaki ağır koku sanki ciğerlerime yapışıp kalmıştı. Aldığım her nefeste göğsüme saplanan oklara dönüşüyordu.

Yaklaştıkça irili ufaklı taşlar da artmaya başladı. Başımı eğip baktığımda taşların üzerine kazınmış isimleri gördüm. Dikkatimi ilk çeken Tara'nın isminin kazılı olduğu taştı. İsminin üzerinden bir ok geçirilmiş siyah taş güneşin ve ayın altında uğursuz bir görkemle parlıyordu.

Taşı parmaklarımın arasına aldım, soğuk yüzeyini tenimin altında hissederken Ölümün sesi yeniden duyuldu. "Tanrıçanın korkusu," dedi tek düze bir sesle. "Geceleri avlanan tanrıçanın en büyük korkusunu görmek ister misin?"

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now